30 Haziran 2013 Pazar

22 Haziran-14 Temmuz 2013 İtalya Alpleri ve Balkanlar (2)

4 HAZIRAN 2013 PAZARTESİ

Kaldığımız kamping... Sabah karşılaştığımız bir bayan birkaç gün önceki manzarayı anlata anlata bitiremedi. Gölün üstüne yansıyan dağ manzarası ve gün batımındaki renkler muhteşemmiş, kaçırdığımıza ve keyfine varamadığımıza üzüldük ama yapılabilecek birşey yok :(



Daha önce Hande'nin rehberliğinde Bilgen'le birlikte gezdiğimiz Neuschwanstein Şatosu'nda bu sefer Umut'layım. Yağmur eşliğinde bir yürüyüş oluyor ama keyfi bambaşka. Ayrıca “apple strudel” sıcak vanilya sosu ile birlikte, muhteşem !


Yağmur ve soğuk hava peşimizi bırakacağa benzemiyor, 5 günlük hava kontrolleri sonrası yapmayı düşündüğümüz İsviçre Alpleri rotamızdan vazgeçip, yönümüzü güneye, sıcağa, çeviriyoruz.

Yol boyu manzaralar, ben hiç çekmemişim, fotoğraflar Suna'dan...



Akşam geç bir saatte Trento yakınlarındaki, Caldonazzo Gölü'ne varıyoruz.

25 HAZIRAN 2013 SALI

Sabah uyandığımız manzara süper, tam 5 yıl önce Umut'la yine gelmiştik buralara.


Beyler İtalyan Alpleri'nin tadını çıkarmaya giderken, Suna ve ben de kampingde kalıp dinlenmeyi tercih ediyoruz. Akşamı da Trento merkezde geçiriyoruz.

26 HAZIRAN 2013 ÇARŞAMBA

Bugün İtalyan Alplerin zevkine biz de varalım dedik. Şahane manzaralar, acayip yollar, heryer motorcu... Motorcuların birbirine selamı güzel bir dayanışma örneği.





İki Ducati ile seyahat eden İsviçreli bir çiftle yoldaki selamlaşma sonrası kafede tekrar karşılaşıyoruz. Tabi ki motosikletlerle ilgili muhabbet başlıyor hemen :) İsviçre Alpleri'nde yol kalitesi daha kötüymüş, gidemedik diye içimizde kaldı ama teselli işte !


Bu arada TR plakayı görüp “Tiran'dan mısınız?” diye bir soru sordular. Soru zaten saçma da, bu kadar yakın bir coğrafyada olup Türkiye'yi akıl edememelerine bozuldum açıkçası. Nerden olduğumuz sorusunu Karadağ'da Hırvatistanlı birilerinden de duyduk. Bu kadar farkında olunmayan bir ülke miyiz acaba ?

27 HAZIRAN 2013 PERŞEMBE

Niyetimiz bugün de biraz yol yapıp, sonrasında Belluno yakınlarında konaklamaktı. Ama en yakın kamping bile merkeze çok uzak bir göl kenarındaydı. 3 akşamdır göl kenarı yetti, biraz şehir havası görelim dediğimizden Venedik'e devam etme kararı aldık.

Yolda hahve molası...


Mustafa uyarıyor “abi benzin ışığı yanalı oldu baya”. Biz de “otobana çıkana kadar vardır illaki” diyoruz ve mecara başlıyor :).

Normalde otobanları kullanmak istemiyoruz, biz yağmur ve soğuktan kaçmak için kullandık, bir de iyice karanlığa kalmadan Venedik'e ulaşalım diye. Yoksa hem otobanlar çok keyifsiz, ışınlanma oluyor bir anda, hem de çok pahalı...

Neyse çıktık mı otabana, yazdı mı 40 km sonra ilk benzinci diye ! Biz arkadan takip ediyoruz Mustafaları, kalırlarsa çekelim diye... Sonra yolun karşı tarafında bir benzinci görüyoruz, bir şekil karşıya geçip bidonla falan alacağız artık. Ama otobanda da karşıya nasıl geçeriz derken, kullanılmayan bir yolu farkediyoruz, hop karşıdayız. Geçtik ama nasıl geçtik ? :) Önce yolu kapatan ve üzerinde dur tabelası olan bariyeri kaldırıyoruz, yıllardır kullanılmadığı belli ot bürümüş yoldan karşıya geçiyoruz ve yol bitiyor. Bizimkiler offroad yapacak ya illa, girdik toprak, çamur ve otlar arasına... Neyse benzincinin dibindeyiz, karşımızda kilitli demir bir kapı. Durur muyuz ? Tabi ki hayır. Daha önceden de geçildiği belli deforme edilmiş teller arasından beyler geçiyor. Suna ve ben de sinek harbi içerisinde motorların başında kalıyoruz. Bu arada 2 polis de durumun farkında olup biteni gözlemliyor. Umut'ların dediğine göre biraz fırçalamışlar, e olacak artık :)



Vardık Venedik'e, Camping Rialto'ya...

Akşam için nevale hazır, Belluno'dan aldığımız şarap, peynir, zeytinimizle birlikte San Marco Meydanı'na çöküyoruz. Kafelerden yüksekler klasik müzik de bize eşlik ediyor...


28 HAZIRAN 2013 CUMA

Bir önceki günün yorgunluğu ile bu güne geç başlıyoruz. Umut ve ben, merkezi daha önce gezdiğimizden ve çok turistik olduğundan, camı ile ünlü Murano Adası ve bir balıkçı köyü olan Burano Adas'na gitmeye karar veriyoruz. Suna ve Mustafa da bizimle gelmeye karar veriyor. Murano'ya daha önce gitmiştik ama benim için çok keyifli ve her defasında gitmek isteyeceğim bir yer.

Gidiş tahminimizden uzun sürüyor, tüm duraklara uğrayan küçük vapurumuzla en azından çevreyi görüyor ve güzel bir deniz keyfi yapmış oluyoruz. Murano herzamanki gibi güzel ama hiç değişmemiş, bazı vitrinler bile aynı... Dedim ya geç davrandık diye 2 gibi bindik vapura ama oraya varışımız 4,5 u buldu. Neyse ki biraz bakınma şansımız oldu. Sen turistsin gelmişsin aman satış yapalım gibi bir dertleri yok saat 6 da açık bir yer kalmamıştı herhalde. Suna ve benim için biraz üzücü oluyor bu tabiiii :(




Venedik'te bu yazıyı görmek ! Tam Gezi Parkı olayları sırası, takip etmeye çalışıyoruz olabildiğincei aklımız orada bir yandan...Türkiye için, geleceğimiz için bir umut var umarım !


Bir de yemek yedik oldu saat 7, bizim Burano yalan oldu. Venedik'e yolumuz düşer etbet...


29 HAZIRAN 2013 CUMARTESİ

Bugün yine Alplere “passo” yapmaya... Yol boyu geçtiğimiz kasabalar hepsi birbirinden güzel :) Hayvancılık, tarım yapan köylerden geçtik kimi zaman, ama insanın gözüne batan en ufak şey dahi olmaz mı ? Çevreye, insana, doğaya saygı bu olsa gerek... Aaah aaah canım memleketim, çok güzel değerlere sahip, ama değerini anlayabilene...

Passo Falzarego...


Passo Boldo, görülmeli, yaşanmalı...


30 HAZIRAN 2013 PAZAR

Suna ve Mustafa'yı yolcu etmek üzere Trieste Limanına gidiş, maalesef kısıtlı izin günlerinden dolayı burada onlara veda ediyoruz... Biz de tam 5 yıl önce buradan yurda dönüş yapmıştık, anılaaaar...


Slovenya'ya ayak basıyoruz, bu ülkeyele ilgili kafamda hiçbirşey yoktu gidene kadar, çok kısa bir giriş çıkış oldu ama Avrupa olduğunu hissettirdiğini söyleyebilirim.

Bir gün önceki “passo” lardaki “torrento”lardan mı bilinmez, kadim dostum migren ziyaretime geliyor. Hoşgelmiş, boş gelmiş, buradan sonra yol biraz zorlaşıyor benim için :(

Hırvatista'a girer girmez , canııııım ülkeme benzerlikler hemen dikkatimizi çekiyor, garip çatılar, sıvasız evler...

Umut yolda “vino” tabelalarını izleyerek bizi kendi yaptığı şarapları satan bir eve getiriyor... Benim kafa gidik ben kaskı çıkartayım falan derken, Umut teyzeyi bulmuş geliyor. Umut'un dediğine göre teyze Umut'u görünce biraz tedirgin yaklaşmış, neyse beni görünce rahatlıyor, başlıyoruz şarap tadımına...



İlk Hırvat cümlemizi de öğrendik burada “Dober dan” yani “iyi günler”. Teyze çok sempatik, İngilizce bilmiyor, anlaşamıyoruz bir türlü, tam tarzanca, sonra Umut İtalyanca bir kelime kullanıyor, hoooop rahatlıyoruz.... Buralar eskiden İtalya toprakları olduğundan “biz buralarda hepimiz İtalyanca biliriz” diyor teyze. Oh bir muhabbet bir muhabbet, teyze çok seviyor bizi :) 140 kuna diyor şaraba, biz daha tanımıyoruz parayı, karşılığının 2 euro olduğunu öğrenince rahatlıyoruz, hatta bir tane daha alalım diye düşünüyoruz ama yer yok maalesef... Bu kıyafetlerle zor değil mi, aman çok sıcak, aman dikkatli gidin falan deyip bizi uğurluyor...


Küçük bir balıkçı kasabası diye bahsedilen Rovinj'e varıyoruz. Akşam merkeze vardığımızda ise, herhalde yaz festivali gibi bir şey, şahane canlı müzik karşılıyor bizi, ah bir de şu migren geçmiş olsa tadından yenmez :( 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder