4
HAZIRAN 2013 PAZARTESİ
Kaldığımız
kamping... Sabah karşılaştığımız bir bayan birkaç gün önceki manzarayı anlata anlata bitiremedi. Gölün üstüne yansıyan dağ manzarası ve gün batımındaki renkler muhteşemmiş, kaçırdığımıza ve keyfine varamadığımıza üzüldük ama yapılabilecek birşey yok :(
Daha
önce Hande'nin rehberliğinde Bilgen'le birlikte gezdiğimiz
Neuschwanstein Şatosu'nda bu sefer Umut'layım. Yağmur eşliğinde
bir yürüyüş oluyor ama keyfi bambaşka. Ayrıca “apple strudel”
sıcak vanilya sosu ile birlikte, muhteşem !
Yağmur
ve soğuk hava peşimizi bırakacağa benzemiyor, 5 günlük hava
kontrolleri sonrası yapmayı düşündüğümüz İsviçre Alpleri
rotamızdan vazgeçip, yönümüzü güneye, sıcağa, çeviriyoruz.
Yol
boyu manzaralar, ben hiç çekmemişim, fotoğraflar Suna'dan...
Akşam
geç bir saatte Trento yakınlarındaki, Caldonazzo Gölü'ne
varıyoruz.
25
HAZIRAN 2013 SALI
Sabah
uyandığımız manzara süper, tam 5 yıl önce Umut'la yine
gelmiştik buralara.
Beyler
İtalyan Alpleri'nin tadını çıkarmaya giderken, Suna ve ben de
kampingde kalıp dinlenmeyi tercih ediyoruz. Akşamı da Trento
merkezde geçiriyoruz.
26
HAZIRAN 2013 ÇARŞAMBA
Bugün
İtalyan Alplerin zevkine biz de varalım dedik. Şahane manzaralar,
acayip yollar, heryer motorcu... Motorcuların birbirine selamı
güzel bir dayanışma örneği.
İki
Ducati ile seyahat eden İsviçreli bir çiftle yoldaki selamlaşma
sonrası kafede tekrar karşılaşıyoruz. Tabi ki motosikletlerle
ilgili muhabbet başlıyor hemen :) İsviçre Alpleri'nde yol
kalitesi daha kötüymüş, gidemedik diye içimizde kaldı ama
teselli işte !
Bu
arada TR plakayı görüp “Tiran'dan mısınız?” diye bir soru
sordular. Soru zaten saçma da, bu kadar yakın bir coğrafyada olup
Türkiye'yi akıl edememelerine bozuldum açıkçası. Nerden
olduğumuz sorusunu Karadağ'da Hırvatistanlı birilerinden de
duyduk. Bu kadar farkında olunmayan bir ülke miyiz acaba ?
27
HAZIRAN 2013 PERŞEMBE
Niyetimiz
bugün de biraz yol yapıp, sonrasında Belluno yakınlarında
konaklamaktı. Ama en yakın kamping bile merkeze çok uzak bir göl
kenarındaydı. 3 akşamdır göl kenarı yetti, biraz şehir havası
görelim dediğimizden Venedik'e devam etme kararı aldık.
Yolda
hahve molası...
Mustafa
uyarıyor “abi benzin ışığı yanalı oldu baya”. Biz de
“otobana çıkana kadar vardır illaki” diyoruz ve mecara
başlıyor :).
Normalde
otobanları kullanmak istemiyoruz, biz yağmur ve soğuktan kaçmak
için kullandık, bir de iyice karanlığa kalmadan Venedik'e
ulaşalım diye. Yoksa hem otobanlar çok keyifsiz, ışınlanma
oluyor bir anda, hem de çok pahalı...
Neyse
çıktık mı otabana, yazdı mı 40 km sonra ilk benzinci diye ! Biz
arkadan takip ediyoruz Mustafaları, kalırlarsa çekelim diye...
Sonra yolun karşı tarafında bir benzinci görüyoruz, bir şekil
karşıya geçip bidonla falan alacağız artık. Ama otobanda da
karşıya nasıl geçeriz derken, kullanılmayan bir yolu
farkediyoruz, hop karşıdayız. Geçtik ama nasıl geçtik ? :) Önce
yolu kapatan ve üzerinde dur tabelası olan bariyeri kaldırıyoruz,
yıllardır kullanılmadığı belli ot bürümüş yoldan karşıya
geçiyoruz ve yol bitiyor. Bizimkiler offroad yapacak ya illa, girdik
toprak, çamur ve otlar arasına... Neyse benzincinin dibindeyiz,
karşımızda kilitli demir bir kapı. Durur muyuz ? Tabi ki hayır.
Daha önceden de geçildiği belli deforme edilmiş teller arasından
beyler geçiyor. Suna ve ben de sinek harbi içerisinde motorların
başında kalıyoruz. Bu arada 2 polis de durumun farkında olup
biteni gözlemliyor. Umut'ların dediğine göre biraz fırçalamışlar,
e olacak artık :)
Vardık
Venedik'e, Camping Rialto'ya...
Akşam
için nevale hazır, Belluno'dan aldığımız şarap, peynir,
zeytinimizle birlikte San Marco Meydanı'na çöküyoruz. Kafelerden
yüksekler klasik müzik de bize eşlik ediyor...
28
HAZIRAN 2013 CUMA
Bir
önceki günün yorgunluğu ile bu güne geç başlıyoruz. Umut ve
ben, merkezi daha önce gezdiğimizden ve çok turistik olduğundan,
camı ile ünlü Murano Adası ve bir balıkçı köyü olan Burano
Adas'na gitmeye karar veriyoruz. Suna ve Mustafa da bizimle gelmeye
karar veriyor. Murano'ya daha önce gitmiştik ama benim için çok
keyifli ve her defasında gitmek isteyeceğim bir yer.
Gidiş
tahminimizden uzun sürüyor, tüm duraklara uğrayan küçük
vapurumuzla en azından çevreyi görüyor ve güzel bir deniz keyfi
yapmış oluyoruz. Murano herzamanki gibi güzel ama hiç değişmemiş,
bazı vitrinler bile aynı... Dedim ya geç davrandık diye 2 gibi
bindik vapura ama oraya varışımız 4,5 u buldu. Neyse ki biraz
bakınma şansımız oldu. Sen turistsin gelmişsin aman satış
yapalım gibi bir dertleri yok saat 6 da açık bir yer kalmamıştı
herhalde. Suna ve benim için biraz üzücü oluyor bu tabiiii :(
Venedik'te
bu yazıyı görmek ! Tam Gezi Parkı olayları sırası, takip
etmeye çalışıyoruz olabildiğincei aklımız orada bir
yandan...Türkiye için, geleceğimiz için bir umut var umarım !
Bir
de yemek yedik oldu saat 7, bizim Burano yalan oldu. Venedik'e yolumuz
düşer etbet...
29
HAZIRAN 2013 CUMARTESİ
Bugün
yine Alplere “passo” yapmaya... Yol boyu geçtiğimiz kasabalar
hepsi birbirinden güzel :) Hayvancılık, tarım yapan köylerden
geçtik kimi zaman, ama insanın gözüne batan en ufak şey dahi
olmaz mı ? Çevreye, insana, doğaya saygı bu olsa gerek... Aaah
aaah canım memleketim, çok güzel değerlere sahip, ama değerini
anlayabilene...
Passo
Falzarego...
Passo
Boldo, görülmeli, yaşanmalı...
30
HAZIRAN 2013 PAZAR
Suna
ve Mustafa'yı yolcu etmek üzere Trieste Limanına gidiş, maalesef
kısıtlı izin günlerinden dolayı burada onlara veda ediyoruz...
Biz de tam 5 yıl önce buradan yurda dönüş yapmıştık,
anılaaaar...
Slovenya'ya
ayak basıyoruz, bu ülkeyele ilgili kafamda hiçbirşey yoktu gidene
kadar, çok kısa bir giriş çıkış oldu ama Avrupa olduğunu
hissettirdiğini söyleyebilirim.
Bir
gün önceki “passo” lardaki “torrento”lardan mı bilinmez,
kadim dostum migren ziyaretime geliyor. Hoşgelmiş, boş gelmiş,
buradan sonra yol biraz zorlaşıyor benim için :(
Hırvatista'a
girer girmez , canııııım ülkeme benzerlikler hemen dikkatimizi
çekiyor, garip çatılar, sıvasız evler...
Umut
yolda “vino” tabelalarını izleyerek bizi kendi yaptığı
şarapları satan bir eve getiriyor... Benim kafa gidik ben kaskı
çıkartayım falan derken, Umut teyzeyi bulmuş geliyor. Umut'un
dediğine göre teyze Umut'u görünce biraz tedirgin yaklaşmış,
neyse beni görünce rahatlıyor, başlıyoruz şarap tadımına...
İlk Hırvat cümlemizi de öğrendik burada “Dober dan” yani “iyi
günler”. Teyze çok sempatik, İngilizce bilmiyor, anlaşamıyoruz
bir türlü, tam tarzanca, sonra Umut İtalyanca bir kelime
kullanıyor, hoooop rahatlıyoruz.... Buralar eskiden İtalya
toprakları olduğundan “biz buralarda hepimiz İtalyanca biliriz”
diyor teyze. Oh bir muhabbet bir muhabbet, teyze çok seviyor bizi :)
140 kuna diyor şaraba, biz daha tanımıyoruz parayı, karşılığının
2 euro olduğunu öğrenince rahatlıyoruz, hatta bir tane daha
alalım diye düşünüyoruz ama yer yok maalesef... Bu kıyafetlerle
zor değil mi, aman çok sıcak, aman dikkatli gidin falan deyip bizi
uğurluyor...
Küçük
bir balıkçı kasabası diye bahsedilen Rovinj'e varıyoruz. Akşam
merkeze vardığımızda ise, herhalde yaz festivali gibi bir şey,
şahane canlı müzik karşılıyor bizi, ah bir de şu migren geçmiş
olsa tadından yenmez :(
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder