29 Ekim 2014 Çarşamba

Son günler, son km ler ve 26 Ekim yurda giriş !

Son gelen haber doğrultusunda Tosbağa'yı kurtarmak için Gürbulak sınır kapısına gitmek zorunda olduğumuz kesinleşti.

Salı günü, 21 Ekim, Umut uçakla Tebriz'e, oradan da taksi ile Gürbulak sınır kapısına ulaştı ve yeni belgemizi kaptı aynen geri döndü. Ah Turing ah ! Bu konuda gereken görüşmeler ve yazışmalar yapılacak !

Çarşamba günü Umut'u havalimanından taksiyle aldım ve doğrudan Sarakhs'a, Tosbağa'mıza doğru yol aldık. 2 saatlik kağıtların oradan oraya gittiği, memurun gözünün içine baktığımız bir süreç sonrası kavuştuk gezer evciğimize :). Gerisin geri Mashad'e geri döndük, ertesi gün sıkı bir başlangıç için huzurlu bir uyku çektik. 

Zavallı İran kadını


Perşembe 950 km sonunda Tahran'a, ertesi gün 600 km sonrası da Tebriz'e ulaştık, 2 günlük sıkı araba kullanma maratonu sorunsuz ama oldukça yorucu geçti. 

Tebriz'de daha önceki ziyaretimizde tanıştığımız Ali'ye konuk olduk, işin daha da sevindirici kısmı ise Amanda ve Andrea'nın da bize katılması oldu. Kazakistan Almaata'dan beri 'ha denk geliriz ha oldu' derken sonunda İran Tebriz'de görüşmek kısmet oldu. 

Amanda ve Andrea'da bizim gibi gezgin 35 yıllık Mercedes vanları ile 1,5 yıldır yoldalar ve artık onlar da dönüş yolundalar...

Hz.Hüseyini anma etkinliği

Salçalı omlet

Akşam lavaş ekmeği arası patates yumurta yedik, Elgoli Parkı'nda yürüyüş ve çay sonrası Hz. Hüseyin'in ölümünü anma etkinliklerine göz attık. Ertesi gün ise aylardır hayalini kurduğumuz salçalı omlet ve bal-kaymaklı kahvaltı ile başladık güne, sonrasında güzelim Tebriz kapalı çarşısını gezmekle geçti gün, İran'ın değişmeyen çarşı kültürünü gerçekten özlemişiz. Akşam ise erken bir doğumgünü partisi yaptık Umut'a...


26 Ekim 2014 bizim için Umut'un doğumgününün dışında unutulmayacak bir tarih artık, 14 aylık gezinin son sınır geçişi, yurdumuza dönüyoruz....

Arabadaki her deliği benzinle doldurduk :p

22 Ekim 2014 Çarşamba

Yurda dönerken...

15 günlük İran gezisi, sonrasında Hindistan'a devam edelim, Dünya Turu mu acaba ? derken Asya Turu dedik ve 1 yılı aşkın süredir yollardayız...

Böyle bir gezi yaptığımıza çok memnunuz ! Hayatıma her zaman renk katan hayat yoldaşım Umut'a bu geziye yüreklendirdiği için çok teşekkür ederim. 

Hayatımızda ilk defa Türkiye'nin doğusuna geçtik. İran, Pakistan, Hindistan, Nepal, Myanmar, Tayland, Laos, Kamboçya, Malezya, Singapur, Avustralya, Japonya, Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, 18 ülke... 45000 km...

Blogu her zaman güncel tutamadım maalesef, ama zamanla boşluklar da tamamlanacak. Başka coğrafyalar, başka iklimler, başka kültürler, başka inanışlar, başka insanlar, başka gelenekler, başka hayvanlar, başka yemekler, başka meyve sebzeler, başka araçlar, başka bakışlar, başka, başka, başka... 

Tüm bunlar esnasında bizler de değiştik kaçınılmaz olarak. Bunu yaşayıp hissedeceğiz herhalde...

Hep mi iyi şeyler oldu ? Hayır. 

Ülke karıştı zaman zaman, internet sıkıntısından pek takip edemediğimiz zamanlar da oldu, kendimizi oradan soyutladığımız zamanlar da oldu. İsteyip de orada vücut olarak bulunamadığımız, gösterilere katılamadığımız zamanlar oldu. Yerel seçimde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanamadık maalesef. Ve günden güne çok daha kötü şeyler oluyor ülkemizde, insanın ayaklarını geri geri götüren ne yazık ki !

Arkadaşlarımızın çocukları oldu, olan çocukları yürüyüp konuşmaya başladı... Tanık olamadık !

Babam kalp krizi geçirdi. Ani olarak by-pass ameliyatına alındı, haberi alabildikten ancak 2 gün sonra yanlarında olabildik. Bu gezinin en uzak noktasındaydık belki de, Singapur. Yola çıkarken bu gibi durumlar olabileceğini biliyorduk elbet, hiç terreddütsüz ailemiz yanında olmak isterdik. Ancak bu durum 1 yıllığına değil birkaç günlüğüne gittiğimiz bir tatilde de yaşanabilirdi, nitekim ağabeyim de 10 günlük izninde bizimleydi. Yani diyeceğim hiç beklenmedik bir olay, aniden çıkabiliyor. Canım annem ve babam her zaman ki gibi "siz işinize bakın" deyip, bize haber vermeyi bile istememişler, geldiğimizde ise "neden geldiniz" dediler. Sonuç olarak da, her zaman ki gibi destek olarak, "bakın hayatınıza, yolunuza, seyahatinize" dediler ve yola devam ettik. Çok şanslıyız ki zamanında müdahale ve başarılı bir ameliyatla büyük bir badireyi sorunsuz atlattık. 

Sonrasında tekrar Türkiye'ye gelişimiz oldu, güzel bir vesile için gelirken, içimizi burkan başka bir durum çıktı ortaya. 

Ağustos sonundaki gelişimize az bir zaman kala dedemin rahatsızlığı çıktı meydana. Gelene kadar da durum pek netleşmemişti, anlaşıldı ki çözümü olmayan o amansız hastalık almış başını yürümüş. İlk gördüğümüzde dedem fena değildi. "Sizi Evliyalar, sizi" deyip takıldı, bu da son doğru düzgün konuşmamız oldu maalesef. Daha da kötüledi, Özbekistan vizesinin geç çıkacak olması ile, 15 gün dönüşü ertelememiz dedemi en azından biraz daha görme fırsatını verdi. Ama bu görüş, son görüşüm olacağını anlatır vaziyetteydi. O gün, dedemin evinden çıkarken bunun son olduğunu biliyordum. 

Ülkeye temelli dönüşümüzün yaz sonu olacağını düşünürken, şartlar gereği sarktı. Eylülün 20'si olmuştu ve artık kış şartları başlamadan yurda girmemiz gerekiyordu. Yine ailemizin de desteği ile yola devam kararı aldık ve devam ettik. Hergün bir mesaj gelir mi diye telefonuma bakarken, bir gün o mesaj geldi, dedemi kaybetmiştik. Evet buraya geri gelirken biliyordum dedemin artık o kadar ömrü kalmadığını, cenazeye gidebilme şansım olmayacağını. Ama durumu bilmekle yaşamak aynı şey değilmiş maalesef. Zor günler... Annem için, teyzemler için, tüm aile için zor günler... Durumu bilip de yanlarında olamayanlar için daha da zor günler... Evet yol da hayat da devam ediyor !

Dönüyoruz, kafada bir sürü soru var. Nereye yerleşeceğiz ? İş güç durumları ? Hayat aynı olacak mı ? Ve tabi ki diğer soru ! Bir daha ki gezi ne zaman ?



19 Ekim 2014 Pazar

14-18 Ekim Tır Cumhuriyeti ! Ve tutsaklık !

14 Ekim sabahından şu vakte kadar neler oldu neler ! "5 dakkada değişir bütün işler..." 

Bugün ayın 19'u, şu an İran Mashad'deyiz, kendi tutsaklığımız bitti ancak Tosbağa'nın tutsaklığı halen devam ediyor maalesef...

14 Ekim sabahı daha önceki plan programımız doğrultusunda erkenden yola çıktık, Bukhara'dan Türkmenistan sınırına... Bir hafta önce, 8 Ekim'de, başvurmuştuk transit vize için. Bize dediklerine göre 5 gün içerisinde hazır olacaktı, bu hesaba göre en uzun transit vize süresini, en yakın tarih olacak şekilde talep ettik,13-17 Ekim. Dedik ihtiyatlı olalım, zaten geçiş 2 gün sürecek, vize hazır olmaz falan 14'ü sabahı gidelim. Buraya kadar herşey mantık dahilinde...

Vardık Özbek sınırına, öncelikle çok arandığımızı söylemem lazım, Türkmenistan işi sıkı tuttuğundan, bunlar da sorun bizim taraftan geçmiş olmasın diyerek, didik didik aradılar arabayı. Tüm ilaçlara, etken maddelerini inceleyerek baktılar. Bir de kitap var mı diye sordular, bizde sadece roman ve rehber kitap vardı, bu sorunun nedenini sonradan öğrendik. Müslümanlıkla ilgili herhangi birşey bulurlarsa problem oluyormuş, dini yaymaya mı geldiniz gibilerinden ! Kur'an buldular diye tır şoförlerinden birini 1 ay salmamışlar!

Neyse... 11'de vardığımız sınırdan 13 gibi çıkış yaptık, vardık Türkmen tarafına. Elimizdeki başvuru numaralarını kontrol ettiler, "henüz buraya vize bilginiz ulaşmamış, Özbek tarafında, tarafsız bölgede bir restoran var, oradan faks ya da maille konsolosluk davet mektubunuzu göndersin" dediler. Peki, tamam olabilir, süreç tahminimizden hızlı denmişti zaten, biraz bekleşme olabilir dedik. 

Önce Konsolosluğu aramak dert oldu. Lonely Planet'te yazan numara kullanım dışı çıktı. Bu sefer internetten konsolosluk numarası arama telaşına düştük. Bu arada bahsettiğim restoran inanılmaz iptidai bir yer. Eski bir masa üstü bilgisayar, önünde biraz bilgisayardan anlayan biri, telefonla bağlanılan (ama telefon çeksin diye böyle tepelere falan asılmış) internet ve bir printer. Burada tırlarda karşılaşılan problemler çözülüyor, eksik belge mail atılıyor karşı taraftan ve çıktı alınıyor, kullanım bu kadar. Bu arada etrafta bir sürü Türk tır şoförü var, "hello" ile başlayan muhabbet, Türk olduğumuz anlamalarıyla hemen akabinde "sizin burada ne işiniz var" la devam eden birbirini yineleyen konuşmalar olarak devam etti. Nasıl numarayı buluruz derken bir tır şoförü abi, Türkmen kartlı interneti olan telefonu ile Özbek kartlı telefonunu tak diye elimize verdi, işinizi halledin dedi. Ancak internet üzerinden aldığımız hiçbir telefon işe yaramadı, ya hiç açılmadı ya da kullanım dışı çıktı. Türkiye'den Metin'i bile dahil ettik duruma, sağolsun her zaman ki gibi koştu yardımımıza ancak saat 4 olduğunda halen Taşkent'teki Türkmen Konsolosluğa ulaşamamıştık. 

Tekrar Türkmenistan tarafına gidip yeni bir haber olup olmadığını soralım dedik, Umut sınır polisinden rica ederek içeriye gidip sordu. Sonuç "vizeniz reddedilmiştir". Neden ? Niye şimdi haber alıyoruz ? Taşkent'teki konsoloslukta hiçbir problem yok, başvurunuzu aldık, 5 günde hazır olur, sınırdan başvuru numaralarınız göstererek vizenizi alacaksınız dediler. Israrla bu durumu takip edebileceğimiz bir sistem olup olmadığı sorduk ve olumsuz cevap aldık, "sınıra gidin, numaranızı gösterin, vizenizi alın" !!!

Özbekistan tarafına geri döndük, tek girişli vizeniz var ve çıkış yaptınız geri girmeniz mümkün değil dediler. Turist vizesi için çok özel bir koşul belirtilmezse birden fazla giriş almak imkansız zaten. Sonuç "Sizi alamayız !" , kaldık mı tarafsız bölgede. Yakın bir zamanda da 'no man's land' filmini izlemiştik. Başta bunun bir şaka olduğunu, almamalarının imkansız olduğunu düşünmüştük, ancak dakikalar saatler geçtikçe işin rengi oldukça değişti, içimize bir ateş düştü! Şimdi ne yapacağız ? Özbekistan istemezse almayabilir, ya da alacaksa da bunun zamanı tamamen onlara kalmış durumda !

Bu arada durumumuzu öğrenene her tır şoförleri yanımıza gelip akıl vermeye başladı. Sağolsunlar hep "bir ihtiyacınız, yapabileceğimiz birşey var mı ?" deyip sordular ama bir yandan da her birine ayrı ayrı anlat, her kafadan farklı birşey ve bir daha bir daha tekrar tekrar. 

Durumumuz ve yapabileceğimiz çelik kafes kapı arkasında kapıda görevli askerin gözüne bakmaktan ibaret ! Ve şöforlerden yine birbirini yineleyen akıl vermeler, tekrar tekrar.. "Ha bunlar turistmiş, taksiylen gelmişler", "Türkmen vizeniz yok mu?", "Davet mektubunu göstereceksin", "Özbekistan'a geri döneceksin", "Haaa, sizin tek giriş, bizim multiple", "Valla almazlar bunlar şimdi, bizim arkadaşlardan biri 15 gün yattı burada", "Ne işiniz var burada", "Keşke şöyle gitseydiniz, böyle gitseydiniz"... Falan falan... Elbet hepsi yardımcı olmaya çalışır ama zamanlama yanlış, bizim sinirler iyice altüst oldu. 

Yol alternatiflerine bakılıyor...

Saat 19 gibi artık ümidi kestik, belli ki akşam buradayız. Mardin'li Süleyman abinin sofrasına konuk olduk sağolsun, çok güzel ağırladı bizi. Bu arada ne yapabiliriz diye de araştırma içindeyiz halen. Bishkek'de tanıştığımız Fransız çiftle mailleşmiştik ve bir şekilde konsolosluktan birinin telefon numarasını aldıklarını biliyorduk. Saat 3'te attığımız maile bir cevap gelmiştir umuduyla restorandaki internetin başına geçtik. Mail sayfasının açılması 20 dk, gelen mailleri görmemiz de artı 15 dk sürdü. Bilgisayarın yerini değiştirdik, telefonu oynatıyoruz, bağlantı kopuyor, yenile, yenile... Sonunda Cori'den mail geldiğini gördük, ancak maili bir 15 dk daha uğraşmamıza rağmen açamadık. Sonunda abime mailimi ve şifremi mesaj atmamla telefon numarasına ulaşabildik ancak saat 10'u geçmişti ve biz de aramayı sabaha bıraktık. Restoranın yanındaki bahçeye attık çadırımızı. 

Ertesi sabah 8'den itibaren telefon trafiğine başladık. Taşkent Konsolosluğu'ndan gelen cevap, vizenin reddedildiği idi. Nedenini bilemediklerini ve çok şaşırdıklarını ilettiler. Aşkaabat'tan gelen red cevabına da yapabilecek birşeyleri olmadığını söylediler. Yönümüzü tekrar Özbekistan'a çevirdik, Türkmenistan konusunda umutsuzduk artık. Yolumuz oldukça uzadı, Özbekistan (ki batısında benzin bulmanın çok zor olduğunu duyduk), bozuk yolları ve çölleri ile Kazakistan, Rusya (yolun en iyi kısmı) ve Gürcistan...

Sabah 9 gibi Tük Konsolosluğu ile irtibata geçtik, sağolsunlar yardımcı oldular, istedikleri pasaport fotokopisi mail atabilmek 1,5 saat sürdü. 11.30 gibi olan konuşmamızda gereken yazışmaları yaptıklarını ve beklemekten başka çare olmadığını ilettiler. Karamsarlık daha da bir sardı. 

Konsolosluğun ve tırcı abilerin de söylediğine göre bu ülkede işler oldukça zor yürüyor ve insanın anasını ağlatıyor. Üzücüdür ki tüm tır şoförleri Türk Konsolosluğu'nun hiçbir ülkede kendilerine sahip çıkmadığından yakındılar. Oldukça üzücü, biz karşımızda çözüm üretmeye çalışan birini bulduk, ya biz şanslıydık ya da maalesef çifte standart var ! Konsolosluğu da anlamaya çalışıyoruz, hergün yüzlerce kamyon geçiyor sınırdan, eksik belgesi olan, işini tam yapmayan, ya da yasal olmayan işlere bulaşan, yetişemiyor olabilirler ama şoförlerin de anlattıkları insanın içini burkuyor !

Saat 12'den itibaren devamlı kapıda gözükmeye başladık, çünkü hiçbir şey yapılmıyor gibi görünüyordu. Umut'la kafamızda 4-5 gün burada kalma ihtimali psikolojisine alıştırdık kendimizi. Yiyecek, içecek var, uyuyacak çadırımız var, en fazla biraz kokuşuruz artık dedik ! Dakikalar geçmiyordu bu saatlerde...

Tam bu umutsuzluğun ortasında bir anda Özbekistan kapısı açıldı ve arabamızla içeri girmemiz söylendi, arabayı da alın deyince, anladık ki bu iş tamam, çok derin bir oooooh çektik. Öğle arasının girmesi tekrar tüm evrakların düzenlenmesi derken 3-4 saate ancak çıkabildik ama kuşlar gibi özgür ve çok mutluyduk artık !

Hemen Bukhara'ya doğru geri sürdük, hava kararmadan vardık, tam kalacak biryer bakınıyorduk ki bizim Fransız çift işe karşılaştık. Onların otele yerleşip, attık kendimizi bara. Onların tanıştıkları başka gezginler de aramıza katılınca yaklaşık 10 kişi süper muhabbet oldu, biz de gerilimimizi atıp yarın ola hayırola dedik. 

Otele varınca mailleri kontrol ettik ve Türk Konsolosluğundan Türkmenistan vizesi ile ilgili bir gelişme olabileceği bilgisini aldık. Sabah 9.30 gibi aramamızı yazmışlardı. Kafamızda bu Türkmenistan işi artık olmaz, olsada kim bilir kaç günde hallolur bize Kazakistan üzeri Rusya, Gürcistan yolları gözüktü diye düşündük ve bu motivasyonla derin bir uyku çektik. 

Sabah aramamız istenen kişi, Fransız çiftin de bize numarasını verdikleri Taşkent Türkmenistan Konsolosluğunda işlemimizi yapan İhlas Bey'di. Telefonu açar açmaz vizemizin hazır olduğunu ve derhal sınıra gitmemiz gerektiğini söyledi. Umut'la birbirimize baktı şöyle bir, sevindik ama hazırlıksız yakalandık bu fikre. Bir an önce lafını anlamadık, hızlıca hazırlandık, alelacele oteli terk ederken tekrar kontrol ettim maillerimi. Meğer bizim ilk başvuruda belirttiğimiz tarihler geçerliymiş, yani transit vize 17'sine kadar geçerli ! Bizim durum ise ayın 16'sı, saat olmuş 10.30 ve biz Özbekistan Bukhara'dayız. 

Özbekistan sınırı tarafındaki herkes bizi artık tanıyordu zaten, gelişimiz de pek sürpriz olmadı onlar için meğer gece 22'de bizim izin çıkmış ve Türkmenistan tarafından gelip bizi sormuşlar. Acayip işler ! Biz bunu bilsek akşam rahat davranmaz, en azından sabah erkenden yollara düşerdik ! Özbekistan tarafı kolaylık sağladı, aranmalar falan tekrarlanmaktan çıkışımızı yaptık ancak Türkmenistan tarafında öğle arasına denk geldik, oldu mu saat 14 ! 

İçeri girdik ama halen bir tereddüt var, neyse ki baktılar başvuru numaralarına ve tamam dediler. Ancak yine işlemler, aranmalar derken saat oldu 16. Ve bize dediler ki "Yarın Türkmenistan'dan çıkmanız lazım, yoksa büyük sorun", yahu beni bir yolla da gidebileyim !

Korktuğumuz gibi olmadı, yollar o kadar kötü değilmiş, normalde günbatımından sonra yollarda olmazdık ama bu sefer hiçbir şansımız yoktu ! Saat 22.30'da Merv'den 70 km ötede tamam dedik. Yani şanslıydık bir yandan, bir aksilik yaşamadık, bahsedildiği gibi polisler tarafından durdurulmadık. Çünkü 16'sı akşamına kadar Merv'i de geçmemiz buyruk edildi, sonrasında Başbakan mı ne geçecekmiş, yollar kapanacakmış. Of ki of, 100 metrede bir polis, yollara bayrak döşeyen garipler falan filan, Türkmenistan izlenimimiz budur !

Sabah 11.30'da sınırdaydık, sorunsuz İran tarafına geçtik...

Bitti mi dertler, hayır, bitmedi...

Saatleri 1,5 saat geriye aldık, İran'a saat 10'da girişimizi yaptık. Ufak bir sorgudan geçtik, nereden geldik ?, nereye gidiyoruz ?, daha önce 1 ay İran'da nereleri gezmişiz ?, hangi rota, nerede kaç gün kalmışız ?. Olabilir, sorun değil, son derece dostane bir yaklaşımla soruşturdular. Sanırım nedeni son birkaç gündür tırmanan İran ve Türkiye arasındaki tır geçişlerinde yaşanan sorun. 

Türk tırları İran'a, İran tırları da Türkiye'ye geçiş yapıp ticaret yapıyor. Yıllardır İran, Türk tırlarından ayak bastı parası alırken Türkiye almıyormuş, ve ticari olarak büyük haksızlık olduğundan Türkiye, "Biz senden bu parayı almıyoruz, sen de alma demiş" ancak İran bu konuda geri adım atmayınca o zaman Türkiye "Ben de senden alırım" demiş. Duruma tepki gösteren İran kendi istediği parayı 2 katına çıkartınca Türkiye'de karşılık verip o da 2 katına çıkartmış. Tamamen bir restleşme hali yani. Artık olay ticaret yapanların, gümrükçülerin de değil, dış işlerinin milli sorunu haline gelmiş. Bu durumun ne olacağını bekleyen tırlar da her iki tarafta uzun kuyruklar halinde beklemedeymiş ! Bize aktarılan kısaca bu, 2 ülke arasındaki tansiyon oldukça yüksek yani. 

Velhasıl biz bir soruşturmadan geçtik ama sorunsuz geçtik ve pasaportlarımıza damgamızı aldık. Ve herşey bundan sonra cereyan etti...

Arabanın işlemlerine geldi sıra, arandı, sorun yok. Triptik belgesi devreye girdiği anda da olay patlak verdi. Süresi bitmiş olan triptikle işlem yapılmıyor ! Gayet mantıklı !

Ağustos sonunda Türkiye'ye geldiğimizde triptiğimizin süresini uzatmak için tüm dökümanlarımızla Seyrantepe'deki ofise gittik. Durumumuzu aktardık. Halen aracın yurtdışında olduğunu, Kazakistan'da idi, bizim de yaklaşık bir ay içerisinde İran üzerinden ülkeye giriş yapacağımızı söyledik. Gürkan Bey (kayıtlara geçsin, işiniz olursa sözüne güvenmeyin) araç yurtdışında olduğu için uzatma yapamayacağını söyledi. Gürbulak sınır kapısında 1 günlük uzatma yaparak aracı Türkiye'ye sokacağımızı iletti. 

Aynen, hatta 2-3 kere tekrarladığım, sözlerimi yazıyorum. "Peki siz bize Türkiye kısmındaki durumu söylüyorsunuz, Gürbulak'ta işlemimizi yapacak kişiyle görüştürüyorsunuz (oradaki Süleyman Bey'le görüştürdü bizi birde, çünkü söylediklerinden tatmin olmadık), Ben Türkmenistan'dan İran'a geçiş yapacağım, oradaki adamın bu durumla ne alakası var, siz benim belgemi uzatmıyorsunuz, ben elimdeki belge ile İran'a giriş yapabilecek miyim ?". Gireceksiniz dedi, sorun yok dedi ve biz elimiz boş bir şekilde çıktık oradan ! Ah şu an o adamla yüzyüze görüşebilmek için neler vermezdim !

Gümrük 3 seçenek sundu bize;
- 50000 dolar teminat gösterecek bir şirket aracılığıyla Tosbağa'yı ülkeye geçici ithal ve ihrac etmek.
- Aracı gümrük alanında tıra yükleyip, Tükmenistan'dan İran'a taşınan mal muamelesi yapmak.
- Türk Konsolosluğunun vereceği teminat mektubu ile İran'ın kendini garantiye alması.

Arabayı garaja çektik, hemen Türkiye Turing'i arayıp durumu anlatmak istedik ancak İran'da telekominikasyon felaket, yurtdışını aramak çok zor, mesajla durumu Metin'e aktardık (her zaman imdadımıza yetişir), oradan ilgili birilerine ulaşabilsin diye. Görüştüğü Murat Bey aracın Türkiye'ye vaktinden önce girmesi gerektiğini aktarmış. Biz bu bilgiyi neden şimdi alıyoruz ! İran askeri eşliğinde çıkabilirmişiz ! 

Hayır bu bilgiyi önceden alsak, başka bir rota üzerinden dönüşü düşünürdük. Triptik belgesi olmadan Kazakistan, Rusya ve Gürcistan üzerinden dönebilirdik. Özbekistan, Türkmenistan arası tarafsız bölgede yaşadıklarımızı düşündükçe, bu rota gündeme gelmişken tekrar bu İran rotaya girişimiz... Of delirmemek içten değil !

Haberleşme problem olduğu için İran hattı almanın iyi olacağına karar verdik. Bu karmaşa esnasında tanıştığımız ve bizi hiç yalnız bırakmayan tır şoförlerinden Atalay abinin yardımıyla merkeze gidip hat aldık, bu arada saatler geçti tabi... 


Atalay Abinin sofrasındayız :)

Çalışır bir hatta ulaşınca hemen konsolosluğa ulaşmaya çalıştık, bu arada yine internet üzerinden bulunan birçok numara maalesef çalışmıyor. Günlerden cuma ve İran'ın tatil günü, tabi konsoloslukta tatil, artı cumartesi de tatil. Tahran Konsolosluğu'nun numarasını çevirince acil durumlar için verilen bir numara var, buradan oldukça dolaylı bir şekilde Mashad Konsolosu'na ulaştık. Durumumuzu anlatınca, oldukça ilgi gösterdi, gerekli yazıyı yazıp sabah Gümrük Müdürüne ileteceğini söyledi. Akşam bu güzel gelişme ışığında rahat bir uyku çektik.

Sabah 8'de gümrükte idik, müdüre konsolosluğumuzdan mektup geleceğini aktardık ancak ne olduysa bir anda akıllarına geliverdi, bu durum özel araçlarda geçerli olmazmış. Diğer seçenek olan teminat gösterecek şirket araştırmasına başladık, muamelecilerle görüştük ve sonunda bu seçenek de geçersiz kaldı. Bizim özel araç bir şekilde bu şirketlerin anlaşmasında yer alamıyor, olabilecek firmayla anlaşma bitmiş falan filan ya da her neyse, sonuç olmuyor !!!

Tek seçenek olan Turing'e kaldık, yeni belgenin bir şekilde düzenlenip elimizde olması gerekiyor !

Yapacak birşey olmadığını anlayıp cumartesi akşamı, maalesef Tosbağa'yı oracıkta bırakarak, Mashad'e geldik. 

Hüseyin babamı tüm bu gelişmelerden haberdar ettik, onları huzursuz etmemek adına kendimizce oldukça çabaladık aslında ama olmadı. Sağolsun bizim adımıza Turingle kendisi muhattap olacak.

Pazartesi sabahı, Turing'den gelecek güzel haberi bekliyoruz...








10 Ekim 2014 Cuma

23 Eylül - 4 Ekim Kırgızistan

23 Eylül'de sınır geçişimizi yaptık, Karakol'a varmaktı niyet ama zor olacağına karar verip, kamp alanımıza yerleştik. İyi zamanlamaymış, çadırı kurduktan hemen sonra başlayan yağmur sabaha kadar devam ettik. Akşam çadırımızın bagajında Mehmet Abi'nin verdiği tarhanayı pişirdik. 


Tüm gece yağan yağmur sonrası sabah güneş açtı :)

Ertesi gün güneşli bir sabaha uyandık, çadırı kurutabilmek adına şanslıydık. Öğleye doğru Karakol'a vardık. Pazar içinde işlerimizi hallettik öncelikle. 1 yıldan beri bize eşilk eden, Metin ve Duygu'nun emaneti şişme, artık miladını doldurmuş, yamalı yastıklarımızla vedalaşıp birer küçük yastık alalım dedik. Tabi küçük yastık bulamayıp, tek bir yastığı terzide 2'ye kestirttik :). Evimizdeki pufidik yastıklarımız çok özlediğimizi söylemem gerek ! Haa bir de ben kahküllerimi kestirttim :).

Karakol Biskek arası rastladığımız geleneksel oyunların yapıldığı bir festival, yarışmacılar at üstünde yerde duran postu alıp kendi taraflarına götürmeye çalışıyor

Yerleştiğimiz otelde internet oldukça iyi çalışıyordu, çalışır bir internete ulaşmak büyük nimet. Burada iyice araştırmamızı yaptık ve farkettik ki Özbekistan Konsolosluğundan randevu almamız gerekiyor ve bu da öyle hemen ertesi güne verilen birşey değil, artı pazartesi çalışmıyorlar. Bizim plan program yine attı. 

Ertesi gün, öğleden sonra, ani bir kararla direkt Bishkek'e varmaya karar verdik, en azından cumayı değerlendirebilmek adına. Cuma sabahı konsolosluğa vardık, şansımızı deneyip sona kadar bekledik, randevulu kişiler bitsin diye, ancak sonuç hüsran oldu, kadın neredeyse güvenliği çağıracaktı ! En yakın tarih olan çarşambaya randevu aldık. Günlerden cuma, çarşamba sabahına kadar yapabileceğimiz hiçbir şey yok !

Şehrin biraz merkezine uzak seçtiğimiz konaklama yeri bizi mutlu etti en azından, güzel bir bahçe, internet, konforlu konaklama, sıcak duş, bol tüylü iran siyam karışımı güzel kedi :)...

Sabah kahvaltımız

Cumartesi öğleden sonra dışarı çıkarak Bishkek'de bol bulanan parklar arasında dolandık, şehir kendi başına pek birşey vaad etmiyor, ama nefes alma şansı var insanın, güzel yemek de olunca bizim için farklı bir durak oldu. 

Madem haftasonu buradayız, bari farklı bir şekilde dğerlendirelim deyip, Opera ve Tiyatro Salonuna bir uğradık. Rusya'da da bir bale gösterisine gitmek istemiştim ama orada bulunduğumuz zaman sezon dışı idi. Kazakça ya da Rusça olan bir tiyatro ya da operayı anlamayacağımızdan pazar akşamı olan bale gösterisi bize uydu, hele bana oldukça uydu :) Kaptık biletleri ! Bilet fiyatlarına gelince, biz en düşük kategoriyi seçtik 600 tenge yani bizim paramızla yaklaşık 25 tl, ancak diğer kategorilerde fiyat oldukça artıyordu, 1500, 2500 tenge. Kırgız halkının çok zengin olmadığını düşünürsek oldukça pahalı geldi bize. 

Bilet alımı sonrası, Özbek vize kuyruğunda tanıştığımız Fransız çiftle kahve için buluştuk. Onlar da bizimle aynı tarihte ayrılmışlar yurtlarından, yeni yıl öncesi geri dönme düşüncesindeler. Herkeste farklı bir hikaye var... Rusya, Çin ve Laos üzerinden Kamboçya'ya gelmişler ve 10 ay gönüllü bir organizasyonda çalışmışlar. Kamboçya'dayken de Fransız birkaç kişiyle tanışmıştık, aynı şekilde 'NGO' vasıtasıyla gönüllü çalışan. Hatta gezinin başında İran'da tanıştığımız ve sonrasında maalesef izini kaybettiğimiz Ophelie ve Severin'de Kamboçya'da 2 ay çocuklar için kurulan bir dernekte çalıştıklarından bahsetmişleri. Kamboçya, eski Fransız kolonisi olduğu için Fransa ile irtibat halinde. Orianne ve Cori'den öğrendiğimize göre de Fransa'da Kamboçya'daki bu hayır kurumlarına para gönderen birçok vakıf varmış, onlar da bu sayede bağlantıyı kurmuşlar. 

Biraz anlatmalarını istedik, nasıl bu 'NGO'lar diye. Daha önce duyduklarımızdan farklı birşey söylemediler maalesef. Görünürde çok şey var ama sonuç yok ! Durumu olmayan ailelerin çocukları eğitim için Phnom Penh'e getiriliyorlar. Köydeki adamın ancak kendine hayrı var maalesef, sadece o gün yiyeceği yemeği düşünebiliyor, daha ötesini düşünme şansı yok, çocuğuna da biri alıp sahip çıkıyor, ne oluyor ne bitiyor pek farkında değiller. Bu kurumlara gönüllü gelenler genelde kısa süreliğine geliyorlarmış, bir sonuca varabilmek adına en az 2-3 ay kalmak lazım diye düşünüyorlar, bence de haklılar. Orianne, Fransızca öğretmekle yükümlüyken farketmiş ki aslında çocuklar kendi dillerini bilmiyorlar. 'Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu' yani. İşin her zaman ki gibi temeli eksik ve en kötüsü bunu sorgulayan kimse yok ! Herkes olan düzen üzerinden gitmiş, hiçbir raporlama, denetleme, biz bunu yaptık sonut ne oldu sorgulaması yapılmamış. Bizde de STK ların bir çoğunun benzer durumda olduğunu düşünüyorum maalesef. Tabi uzaktan demekle olmuyor bu iş, elini taşın altına koymak lazım. Bakalım yapacağız birşeyler !

Meydandaki havuz kenarı bizim kültürümüze yakın görüntüler

Günlerden cumartesi, yapacak birşeyde yok, kahveden sonra yemeğe, bira içmeye geçtik hep beraber, bulması bira zor ama gitmeye değer bir bira imalathanesi bulduk, kayda geçsin 'Stainbrau', merkezin güneydoğusunda. Çıkışta herkeste alkol var, ama düzeyinde, Umut direksiyona ben geçerim dedi ve az sonra çevirme ! Ters yöne girmişiz, ama tam avlama yeri yani, belli bir saatte yol kapanıyor sanırım, polislerde burayı av için mesken tutmuşlar. Ters yön mers yönle ilgilendikleri yok, "alkol var mı? " diye sordular, Umut da az miktar içtiğini söyledi, hop arabayı bağlayacağız o zaman falan modundalar, dertlerinin sadece para olduğu da bir o kadar açık maalesef :(. Biraz maceralı bir akşam oldu ve bize ederi 100 dolar oldu, kapıyı 1000 den açtıklarını düşünürsek iyi kurtardık sanırım !

Keyifler gıcırken... 100 dolardan az önce !

Pazar günümüzü dinlenme takılmaca olarak geçirip akşamüstü bale gösterisine gittik, benim için oldukça keyifliydi ama diğerleri için nasıldı bilemem ! Bu arada diyatlar o kadar pahalı olunca salon da boş kalmış tabi, balkonda sahneye oldukça ters bir noktada iken, alt kata inip oldukça önlere geçebildik. 

Bomboş bir pazartesi, salı günümüz olunca değerlendirelim dedik ve 29'u sabahı Song Göl'e doğru yola çıktık. Yol varmış oldukça, çıkış yoluna başlamadan, güzel bir Kırgız Köyü yakınında kamp yaptık. Duygu ve Metin'in de isteği üzerine şişme yastıklarımızı burada, nehir kenarında sonsuzluğa uğurladık. 
Çadırdan manzara

Song Gölde az fotoğraf çekmişiz ama bu güzel bence :p

Ertesi gün göle çıktık, güzel tepeler ve kar görüntüsü eşliğinde tırmandık. Göçebeler artık havalar soğuduğu için yaylalardan aşağılara inmişler. Çıkış da iniş de bol virajlı olduğundan akşam Bishkek'e varmanın zor olacağına karar verdik, köyde kamp yaptık. 


Bol virajlı dönüş yolu

Sabah erkenden Özbekistan Konsolosluğu'nun kapısına dayandık, davet mektubumuz olduğu için aslında tüm prosedür halledilmiş durumdaydı ve yarım saat içerisinde vizemiz elimizdeydi. 


Osh Bazaar'dan kareler

Akşam annemle telefonda konuştuğumuzda dedemin oldukça kötülediğini öğrendim ve ne yazık ki ertesi sabah da vefat haberini aldık. Uzaktayız, cenazeye yetişebilme ihtimalimiz yok, tüm bu vizeler sürecini bir daha yaşama şansımız yok ve Türkmen vizesine en kısa zamanda başvurmamız gerekiyor. Tüm bunları düşünerek gelmiştik, gidemeyeceğimizi biliyorduk ama düşünmekle yaşamak aynı olmadı, altüst olduk ! 

Ertesi gün 3 Ekim sabahı, Kurban bayramının 1.günü Bishkek'ten oldukça buruk bir şekilde ayrıldık... Çok ama çok kötü bir bayram oldu bu...

Artık yolumuz Özbekistan... Ancak erken geçmek istemedik, konaklama oldukça problemli Özbekistan'da, bayram sebebi ile Türkmenistan başvurumuzu da ancak çarşamba günü yapabileceğimizden cevizleri ile meşhur Arslanbob Köyü'ne gitme kararı aldık, ancak yol oldukça fazla... Akşam Umut ve ben Karakul'da bir otelin balkonunda başbaşa geçirdik bayramı, aklımız tüm sevdiklerimizde !

Yol üstü bayram yemeği, şaşlık

4'ünde akşamüstü Arslanbob'a ulaştık. Buralarda bayram bizimki gibi değil, bir ev ziyareti durumları var ama öyle ortada hayvanlar, etler falan, hiç öyle bir durum yok, durumu çok iyi olanlar kesermiş ancak. Burada kalacak yer ancak evler olabiliyor. Bir dernek var turist merkezi gibi, oraya gidiyorsunuz ve sizi uygun olan bir eve yerleştiriyorlar. Ancak bayramdan dolayı mıdır bilinmez b iz gittiğimizde bu dernek kapalıydı ve hiçbir yaşam belirtisi yoktu, biz de köy içinde dolanmaya başladık. Çat pat anlaşmamızla derdimizi anlattık, bir aile gelin bizde kalın dedin, sistemin böyle yürüdüğünü bildiğimizden ve açıkçası başka bir seçenek de görünmediğinden kabul ettik. 


Arslanbob'da bayram...

Sevdiklerim;
- Kazakistan'daki gibi yerel halkla aynı dilde buluşabilme güzelliği
- Her köşe başında bulanan ekmek fırınları, çiçek desenli mis ekmekler
- Gölleri, dereleri, vadileri, sonbaharın muhteşem renkleriyle ağaçları... Yani coğrafyası ve doğası.
- Samsa, etli börek

Sevmediklerim;
- Rüşvetçi polisler

1 Ekim 2014 Çarşamba

16 Ağustos - 22 Eylül Kazakistan (24 Ağustos-20 Eylül Türkiye)

16'sında sınırdan geçişimiz öğleden sonrayı buldu, fazla yol alamadan, hava kararmadan attık kendimizi bir köye. Ülkeyi daha tanımaya fırsat bulamadığımızdan biraz daha garantici davrandık. Köyün karakoluna sığınıp anlattık derdimizi, çadırımızı da bahçelerine kurduk. Yemeğe davet ettiler, komutan "burada üşürsünüz" dedi, evine davet etti, nazikçe reddettik, dayanamadı askerlerle yorgan gönderdi :). Halbuki geçirdiğimiz en güzel sıcaklıktaki kamplardan biriydi ! 


Ertesi gün de hemen hergün birkaçını gördüğümüz 'Moğolistan Ralli' cilerinden birkaçı ile karşılaştık yine. Moğolistan Ralli küçük motorlu araclarla yapılan, yarıştan çok macera arayanların katıldığı, aslında bir bağış organizasyonu. İngiltere'de başlıyor ve Avrupa'nın tüm ülkelerinden katılan yarışmacılar belli bir tarihte Moğolistan Ulanbator'da buluşuyor. Onların da tavsiyesi ile bir sonraki kampımız göl kenarında oldu. 

Bu Kazakistan'ı anlamak mümkün değil. Oldukça büyük bir göl, birkaç balıkçının varlığından da anladığımız kadarıyla gölde balık da var ama gel gör ki çevrede yaşayan yok. Bir dönem kullanıldığı anlaşılan terkedilmiş 3-4 ev dışında bomboş, ıssız bir alan. Bu kadar kurak bir coğrafyaya sahip Kazakistan halkının burayı neden yaşam için kullanmadığını anlayamadık ya da devletin bir yasağı var, yoksa kaçırılacak yer değil. 

18 inde yine yollardayız... Yolda polis tarafından çok durdurulacağımız söylemişti kendi aracıyla geçen tüm gezginler. Biz şansa mıdır bilmem sadece 1 kere durdurulduk. Bir şey bulmaya çalışıyorlar sorun çıkartmak için prensip olarak, biz de birşey bulamayınca arabanın filmini söylediler klasik olarak (benzer bir durum Rusya'da da başımıza gelmişti). Belgeleri aldılar, genel olarak sıcak davrandılar, Türk olduğumuz öğrenince yine Hakan Şükür, Galatasaray, İstanbul lafları edildi yine yine yeniden :). Sonunda baklayı çıkardılar ağızlarından, para istemediler valla, yiyecek birşey var mı diye sordular ! Döndük baktık arabaya, şanssızlık bu ya, normalde hep bulunur, bira, kola, atıştırmalık... Biz de önceden açılmış, tadını sevmediğimiz için bıraktığımız, fındıklı gofretimizi sunduk onlara ! Bir sonraki kasabadan zulamızı yaptık hemen, kasadaki bayana sorduk, "Polis için hangi sigarayı almak lazım ?".

Kampımız köy yanı, kurumuş dere kenarında, ağaçlar altında...

Ertesi gün medeniyete yani Almaty'e vardık. Almaty Rus döneminden kalma adı aslında yeni adı Almaata yani 'Elmaların Atası'. Heryer Türk restoranları ve mağazalarıya dolu, çevrede Türkçe müzik duymak mümkün.


Burada yararlı bir bilgi için parantez açıyorum. Kazakistan'da 5 günden fazla kalacaksanız 'immigration police'e gidip kendinizi göstermeniz ve 'immigration card' ınıza 2. damgayı vurdurtmanız gerekiyor. Rehber kitapta yazan buydu, biz de atlamayıp yapalım dedik, sınır girişinde bununla ilgili hiçbir bilgi yoktu, açıkçası havalimanından çıkış yaparken de birşey sormadılar, bu damga olmasaydı birşey değişirmiydi bilemem, sınırdan çıkış yapacak olsak önemsemeyecektik ama yine de bu durumdan haberdar olmakta yarar var !

Güzel bir yemek birkaç günkü seferiliğimizin ödülü oldu. Immigration police'teki iş fazla uzun sürmedi sevindirici bir biçimde, teslim ettikten 1 saat sonra geri aldık pasaportları. Hemen yakınındaki Değirmen pastanesini keşfetmek de harika oldu. Sonunda demleme ve ince belli bardakta gelen çay, paha biçilemez ! Üstüne de fırın sütlaç, amaaaan harika !

Hazır Türkleri bulmuşuz, ispirto işimizi de halledelim dedik, birkaç telefon falan, neyse bizi biryere yönlendirdiler. Değirmen'de çalışan bayanın annesi ile bir meydanda buluştuk, al gülüm ver gülüm... Türkiyeye dönüşe kadar stoğumuzu yaptık :). Türkiye'de o denli kolay bulunabilen ispirto için bu kadar çaba göstermek zorunda olmak, Kuzey Asya için farklı bir ocak kullanımı yerinde olacaktır !

Almaata'nın konaklama anlamında pahalı olduğunu duymuştuk, booking.com dan bulduğumuz yer, fiyat olarak uygun, doğa içerisinde şehirden uzak tam kafamıza göre dinlenmek isteyeceğimiz bir yer oldu. Ancak ara ki bulasın ! Medeu, kayak tesislerinin olduğu şehrin 15-20 km güneydoğusunda olan bir bölge. Burası için sezon dışı bir mevsim yine de tesislerin oraya çıktığımızda restoranın işlediğini gördük. Yol üstünde bir aşağı, bir yukarı, adres yeterli değil ve hiçbir şekilde bir tabela yok. Kayak merkezinin orada akıllı bir adam sonunda telefonla oteli aradı, haritada yerini bize gösterdi de bir rahat nefes aldık. Derken tam da değil aslında, haritadaki yere de gittik, yani buradan bir otel çıkma şansı yok modundayız, birilerine sorduk, yok haberleri yok, yorgunuz, saat olmuş akşamın 8'i, tam pes etmek üzereydik ki tepede düzgünce aydınlatılmış bir teras gördük, köy gibi görünen bu bölge için oldukça enterasandı ve sonunda eveeet ! Akşam 9'da odamızdaydık artık :) Ne gündü ama !

20'sini tüm gün otelde muhteşem doğa karşısında yayarak geçirdik, keyfimize ortak pisicik, 'Kara Kazak'.


21'i Rinat ile buluştuk. Rinat kimdir ? Rinat'la olan bağlantı büyük şans ! Ulanbator'da muhabbet ettiğimiz İsviçreli çifte rotamızdan bahsetmiş, bir süreliğine de Almaty'den İstanbul'a gideceğimizden bahsetmiştik. "Arabayı bırakacaksınız o zaman, Rinat bize çok yardımcı olmuştu, size de olabilir" deyip iletişim bilgilerini verdi oracıkta, öyle 2-3 dakikalık muhabbet arasında yani :) evet Rinat kimdir? Süper yardımcı, misafirperver, Almaty Offroad Klubü üyesi, biraz iri kıyım arkadaş.

Arabayı bırakacağımız gün tekrar buluşmak üzere Rinat'tan ayrıldık ve tam 2 ay sonra tekrar Ilya ile buluştuk. Ilya kimdi ? Vladivostok'ta tanıştığımız Rus, Almaty esas memleketi, burada doğup, okul hayatını burada geçirmiş. Ancak Sovyet Rusya'nın bölünüp yaşadığı bölgenin Kazakistan olması ile iş anlamında zorluk yaşamış. Kazak dilini bilmeyen bir kişinin devletle ilgili bir yerde iş bulması olanaksızmış. Ayrıca az da olsa milliyetçilik var sanırım, zira bizimleyken farkettik ki Kazaklarla ilgili pek bir bilgisi yok. Eşinin memleketi olan Vladivostok'ta yaşamaktan pek memnun değil, Almaty'e göre gerçekten çok karanlık ve soğuk bir şehir ama Rusya'da yaşamaktan memnun görünüyor. Neyse... Ailesinin evine davet etti, çay içtik, eşi, annesi ve oğlu ile tanıştık, çok sıcak şeker insanlar !

Akşamüstü 'Big Almaty Lake' ya da 'Ozero Bolshoe Almatinskoe'e doğru, 2 akşamlık kamp yapacağımız yeri bulmak üzere, yola çıktık. Göl kenarında bir baraj kurulmuş, bir nebze doğallığı bozulmuş ama ona rağmen, göl gerçekten muhteşem ! 2500 m. rakımda, hemen dibinden başlayan sarp yamaçlar ve çam ağaçkarı ile görülmeye değer. Göl çevresinde kamp yasak olduğundan biraz aşağılara indik, hem de sıcaklığı yükseltmek adına, dere kenarı ağaç altı 2 gün evimiz olacak olan alana yerleştik.


Maalesef Rusya'da gördüğümüz manzara, burada da değişmedi. Doğal güzelliklere sahip olan halk burada yiyip içmeyi, eğlenmeyi, tadını çıkartmayı biliyor ancak çöpünü de arkasında iz olarak bırakıyor ! Elimizden geldiğince gecelediğimiz kamp alanlarını temizleme çalıştık, ama geniş çerçevede görüntü kötü maalesef !

23'ü sabahı önce Ilya ile buluştuk, program değişmiş, baştaki program ailesinin çiftlik evine gitmekti, şimdi ise amcalarına 'banya'ya gidecekmişiz :). Beraber Rinat'ın ofisine gidip arabayı bıraktık. Bu kadar mı şans olur, herhalde bundan daha iyi güvenli aklımızın kalmayacağı bir yer olamazdı. Bizim Levent tarafındaki ofisler gibi bir iş yeri, duvarlarla çevrili koca bir bahçe ve 24 saat güvenlik ! Gönül rahatlığıyla bıraktık arabayı :). 

Sonrasında Ilya, eşi ve oğlu ile amcalarına gittik, şehir merkezinde bahçe içerisinde küçük bir ev. Sevimli orta yaşlı bir çifti, herbiri farklı cins 3 kedicik ve bir Alman kurdu 1 yaşında köpecik. Çok candan karşılayıp, çok güzel ağırladılar bizi.


Bahçe içerisindeki banya için ayrı bir parantez açmak lazım ! Rusya Altay Bölgesi'nde de bir banya deneyimimiz olmuştu ama bu farklı. Burası ailenin kendi evinin bahçesindeki banya ve bizim için hazırlamışlar :). 2 günlük kamptan sonra güzel bir duş bana iyi geldi, hava da oldukça sıcak olduğundan banya yı pek banya olarak değil de duş olarak kullandım çıktım ben. Umut için ise bambaşka bir deneyim oldu. Ilya'nın amcası "sen bir yıkan sonra ben senin yanına gelip sana yardım edeceğim" dedi. Biz tam anlamadık tabi, sonrasını Umut'tan dinledik. Bizim koku salsın diye konulduğunu zannettiğimiz çalı çırpı meğer banyoda vücut üzerine şap şap yapmak içinmiş :)

Akşam Ilya bizi havalimanına bıraktı ve İstanbul için heyecanlı bekleyiş başladı...

24 Ağustos-20 Eylül Türkiye

21 Eylül sabahın köründe Almaata'ya geri gelip, havalimanından direkt arabamızı almaya gittik. Sağolsun Rinat sayesinde aklımız hiç kalmadı arabada, aynen bıraktığımız gibi bulduk :). Tosbağa'ya kavuşur kavuşmaz, hep beraber Değirmen'de aldık soluğu, şahane kahvaltımızı yaptık kendimize geldik !

Uykusuzluğun bastırmadıyla birlikte hemen kendimizi bir hostele attık, 2-3 saat uyku sonrası, günlerden pazar olmasını da fırsat bilerek, Kazak ailelerinin pazar günlerini geçirdiği parka gittik. Şansımıza hava da çok güzeldi, keyifli bir akşamüstü geçirdik. 

Ertesi gün Rinat'ın ısmarladığı harika öğle yemeği sonrası Charyn Kanyon'una doğru yol aldık. Akşam bu milli park içerisinde kampımızı yaptık. Sabah kanyondaki turlama sonrası sınıra geldik.



Tosbağa kanyonda ecel terleri dökerken...

Girişte hiç problem yaşamamıştık, ne var ki buradaki sınır polisinin biraz canı sıkılmış. Arama yaptılar, tamamdır hakları ama o nasıl bir arama ! Elinde çekirdek çitleyen bir polis, "Onu aç!  bunu çıkart! İçini göster? Bu ne? " Bu arada da gıcık bir dokunma ve dürtme hali var ! Sabır, sabır diyerek atlattık. Tamamen can sıkıntısı, vakit öldürme... Arabadaki tüm eşyaları indir, x-ray e koy, köpekle ara, eyvallah! Ama bu ne ya ! Kazakistan'tan çıkış biraz küfürlü oldu !!!

Sevdiklerim:
- Türkçe ile olan benzerlik, rakamlar tamamen aynı !
- Yerel halkla kendi dilinde anlaşabilmek, iletişimi bambaşka bir boyuta taşıyor. 
- Sebze, meyve bolluğu.
- Pazarlar (bize benzedi).
- Almaata'daki Türk yemekleri, özlemişiz, fırın sütlaç, yummy !
- Rinat ve Ilya'nın konukseverliği
- Kazak yemekleri

Sevmediklerim:
- Ah yine yollar yollar, bozuk henüz yapım aşamasında olan yollar !
- Yine çöller
- Tam olarak, hızlı çözebilsek anlayacağız ama anlayamadığımız yemek menüleri, kiril alfabesi, sevmedim seni !
- Güzelim doğalarının kendi çöpleriyle pisletmeleri
- Polislerin olur olmadık durudurması ve bunun rüşvet için olduğunu bilmek. 
- Çekirdek çitleyen sınır polisi.