31 Ekim 2013 Perşembe

27-31 Ekim Pakistan'da yollar yollaaaar


İlk gün hemen sınırın dibindeki Taftan'da kaldık. Sınır tamamen problemsizdi, ingilizce konuşan birileriyle olmak güzel. 

Burası, sınırdaki gümrükle ilgili işlemlerin yapıldığı birim !


İlk gece, hava karadığında vardığımızdan ve polis eşliğinde ilerlediğimizden seçme şansımızın olmadığı bir otele yerleştik. Ve Pakistanlılarla o gece sabaha karşı tanıştık, sınırı geçmek için saat 4'ten itibaren otobüsler gelmeye başladı, odadan çıkar çıkmaz bir curcunanın içinde bulduk kendimizi :).

Sonrasında eskortlar eşliğinde önce Dalbaldin'e ulaştık, buraya kadar ki yolda polis, arkada eşyaları yığın yaparak açtığımız boşlukta bize eşlik etti. Burada anladık ki herkes ingilizce bilmiyor ! Ama enterasan arabada silahlı bir yabancı var :). Bazısı sıcak kanlı çıktı, dili döndüğünce konuştu, çocuklarının fotoğrafını gösterdi, müzik dinletti. Oldukça değişik bir deneyimdi.

Eveeeet 50 cm dibimde bir kalaşnikof var !

Dalbaldin'de kaldığımız otelde de yiyeceklerle tanıştık. Yemekler genel olarak acı, yani keyifli bir düzeyde ve de oldukça lezzetli. İran'dan sonra sulu yemeğe kavuşmak bizi oldukça sevindirdi. 

Pakistan'daki 2. gün ise bitmek bilmeyen bir yolda Quetta'ya ulaşmakla geçti. Yolun büyük kısmı iyi değildi, bir de 20-25 km de bir durup pasaport onayı, eskort değişimi derken yaklaşık 350 km lik yolu 9 saatte almamıza neden oldu. Ha bir de şehrin içinde yoğun trafikte otele gidebilme mecaramızı sayarsak etti 10 saat. 

İnsanlar böyle otobüs, minibüs tepelerinde...

Ertesi gün NOC belgesi için emniyete gittik. Ama hep eskort eşliğinde, neyse ki bu sefer tuk tuk'la seyahat ettik. Emniyetteki iş sadece oradan oraya dosyanın taşınması maslesef, neyse çaylarını içtik, hem de memur Beluçi'ler nasıl oluyormuş gördük. Günün gerisini dinlenmece...

27si Dalbandin, 28-29 Quetta, 30'unda da varış noktamız Sukkur oldu. Maalesef Sukkur'a kadar şehirlerden, köylerden birşey anlamadık. Otel dışinda kesinlikle eskort gerekli, şehirde de eskortla olunca insanlarla buluşabilmek imkansız ! "Hoooop açılın, yol açın, yabancı geliyor" gibi bir durum var. 
Develer çok güzel ! Bir de bunların sürü halinde çayırda dolananlarını gördük, 50-60 deve birarada, süperdi :)

Neyse bugün yani 31 Ekim, Multan 'dayız. Eskort işi bitti, yarın umarım Pakistan'ı yakından tanıma şansını yakalayabileceğiz. 






26 Ekim İran'a veda/ Sevdiklerim, sevmediklerim

26 Ekim, bugün Umut'un doğumgünü ve biz tam da ona yaraşır bir şekilde tüm gün yollardayız...

İran'dan ayrılırken dedim ki her ülke için bir sevdiklerim, sevmediklerim köşesi yapayım...

Sevdiklerim ;
- Sıcak kanlı "Hoşgelmişsiniz" diyen İranlılar.
- Türk olduğumuza çok sevinen ve bize yardımcı olmak için çırpınan Azerbeycan kökenli İranlılar.
- Avlulu oteller.
- Helloooo diye seslenen çocuklar.
- Otobanlarda "Misafirimizsiniz" diyen ve para almayan gişe görevlileri.
- Kuzey kısımdaki kahvaltı salonları, salçalı omlet.
- Her türlü pide ekmek (en çok da taş üzerinde pişirdikleri).
- Hamamdan bozma çay evleri. 
- Sınırlı sayıda da olsa yemekleri. 
- Muhteşem tuğla işçiliği. 
- Tuğla kerpiç, saman sarısı mimari. 
- Camilerdeki yarım kubbeden dikdörtgen plana geçişteki sanat.
- İlk çöl deneyimim.
- Dallarında hurmalarıyla palmiyeler. 
- Hayatıma yeni giren nar ve nar suyu. 
- Ucuz benzin.

Sevmediklerim;
- Başörtüsü ve uzun kollu giyme zorunluluğu. 
- Kadınların kara çarşafları ile debelenmek zorunda olmaları. 
- Kadın şarkıcının yasak olması. 
- Çay kültüründeki gariplik, açık, soğuk ve sallama çay servis edilmesi. 
- Kafe kültürünün olmayışı, açık havada çay içememek.
- Yemek çeşitliliğinin azlığı. 
- Camilerdeki özensiz avlu kapatmaları.
- Alaturka ve kokan tuvaletler.

22-23 Ekim Kerman 24-25 Ekim Bam

Shiraz'dan sonra İran bitti bizim içim, yani Kerman ve Bam'da da gezilecek yerler vardı ama bir noktadan sonra hem İran yetti, hem de yeni bir yer, Pakistan, heyecanı başladı. 

Kerman farklı mimari örnekleri ile yine de akılda kalıcıydı. 


Bu iki fotoğraf hamam girişinden. Muhteşem bir sanat, acayip bir işçilik ! Her yarım kubbeden geçişte ayrı bir güzel. 

 Bu da pazar içinde bir kubbe...

Bam'daki ilk akşamımızı dinlenerek geçirdik, 2. gün ise kısa bir bisiklet turu ve  2003'de depremde yıkılmış olan kale içindeki şehri gezdik. Şehir bu depremden çok yara almış belli ama yürürlükteki restorasyonları görmek sevindirici. 

Kaldığımız misafirhane bizler gibi çok gezgini ağırlamış. Hatıra defterinde 20 yıl öncesi gezginlerinin notları vardı. İnsan bunları okuyup, gördükçe daha da bir şevkleniyor. 


Misafirhanedeki bir başka gezgin, İskoç Tim, motoru, deri pantalonu ve yuvarlak gözlükleriyle süper karakter :)










23 Ekim 2013 Çarşamba

19 Ekim Persepolis 20-21 Ekim Shiraz


Persepolis beklediğimden daha küçük bir yermiş. Bu sefer karar verdik Umut'la, anlayarak gezelim, rehberimiz olsun dedik. Ama maalesef ingilizcesi çok zor anlaşılır bir rehber denk geldi, ezberlemiş de biraz sanırım, sorularımıza anlamsız cevaplar verdi. Velhasıl gidilmeye değer. 

Shiraz, bir İranlının da tariflediği gibi, İranlılar için değerli, yabancı turiste hitap eden pek birşey yok. Ya da belki de biz doyduk İran kapalı çarşı ve camilerine. 3-4 gün kalır mıyız derken 2 gün yetti. 

Kapalı çarşıda renkli kumaşlara bakan kara çarşaflılar !

Kubbeden plana geçiş, her camide bambaşka !


Marketteki içecek reyonu, yanlış anlaşılmasın, hepsi meyve suyu ! ( reyonun önünde baya zaman geçirip güldüm de, ayıp olmasın diye fotoğrafı hızlı çekmiştim :)) Eh anlaşılıyor ama vahim durum !


18 Ekim Zey-o-Din/ Çölün ortası, dolunaylı bir gece...

Bir de bunu tadalım dedik, çölün ortasında olması gereken, yanından otoban geçiyor maalesef, kervansarayda sıra dışı bir gece geçirdik. 

Zamanı ayarlayabilmiş olsak, en güzel zaman ayın olmadığı, yıldızların en iyi görülebildiği zamandı, ama biz de en iyi ikinciye denk geldik sanırım :)

İran'da yol kenarlarında kervansaraylara rastlamak mümkün, çoğu iyi durumda değil, Zey-o-din ise hem  korunduğu için hem de dairesel planda çözülen iki kervansaraydan biri olması açısından özel. 

Dağın arkasından doğan ay ve maalesef otoban !

Sevdiceğim...







21 Ekim 2013 Pazartesi

14-17 Ekim Yazd


Yazd'da 2-3 gün derken 4 gün kaldık. İlk gün ancak varabildik aslında, sonraki gün ara sokaklarda tur attık, daracık sokakları Mardin'i çağrıştırdı. Fark; burası düz ve duvarlar gri taş yerine sütlü kahve kerpiç. Anladığımız kadarıyla devamlı bir dış cephe yenilemesi var, duvarlarda saman parçaları görülüyor rahatlıkla. Bir de en belirgin mimari özellik, hava bacaları. Çok sıcak olan bu şehirde evler içe kapanık, hava damarları ise bu bacalar. 

Yazd'ın rengi
Hava bacaları

Şehirden akılda kalan bir de Su Müzesi, tavsiye edilir, güzel düzenlenmiş. Burada şehre gelen su için kazılan kanallar, şehrin su depolama alanları anlatılıyor, böylece şehirde ve evlerde gördüğümüz merdivenlerle inilen kuyular, ara yollarda gördüğümüz bacalı, basık kubbeli yapılar daha bir anlaşılır oluyor. Müzenin içinde olduğu ev de çok güzel, başka geleneksel bir evi gezmeye gerek yok. 

Müzeyi gezerken Türkçe konuşmalar duyunca "merhaba" diyoruz hemen. Tam kaç kişi olduklarını anlayamadık önce, Umut sorunca "turla mı geldiniz" diye, " eveeet, mimarlar grubu olarak geldik biz" deyip, bizi birşeye benzetemediğinden olsa gerek, burun kıvırıp gitti bayan. Sonradan gelen birileri ilgilenip, "siz kendiniz mi geldiniz" falan deyip girdiler muhabbete. Eeee biz de dedik tabi "biz de mimarız" diye. Hooop ilgi arttı bir anda. Meğer İstanbul'da aylar önce mailini aldığım, Umut'la acaba karşılaşır mıyız, bağlantı kursak mı dediğimiz mi Mimarlık Vakfı gezisi ile karşılaşmışız. Sağolsunlar, önce "öğrenci misiniz ? " falan diye sorarak benden oldukça bonus topladılar, eh çocuk ruhumuz devam ediyor da benim beyaz, Umut'un dökülen saçları yaşımızı eli veriyor maalesef. Neyse konuştuk biraz, kendi kendinize geziyorsunuz, süper dediler, verdiler gazı... He heyt :)

Ertesi gün yani 16 Ekim Kurban Bayramıydı. Biz de 4 gün olan bayram onlarda 3 gün ve sadece ilk gün tatil. Dükkanlar kapalı ve etrafta pek insan yok, tek fark bu. Bayram falan anlamadık yani, ortada kurbanlıklar, kan, et kokusu, hiçbir şey yok. Sonradan bir İranlı ile karşılaştığımızda sorduk, Şiilerde sadece hacılar kesermiş, onlardan da isteyen. 

Şehrin boşluğundan yaralanıp Umut'la bisikletle turladık şehri, bu arada telefon geldi. Eveeeet Ophelie ve Severin'le tekrar buluşuyoruz :). 

Sonraki 2 günü de beraber geçirdik zaten, akşamları avluda kral sofrası kurduk, yedik, içtik, eğlendik ve tabi ki daha da kaynaştık. 

Zerdüştlerin Sessizlik Kulelerini ziyarete gittik. Bu inanca sahip kişiler, ölülerini toprağı kirleteceklerini düşündüklerinden gömmezler, havayı kirleteceklerini düşündüklerinden de yakmazlarmış. Öylece bu kulelerin tepelerine bırakır, yırtıcıların doğal döngüyü sürdürmelerini sağlarlarmış. 

Kulelerden biri...

Bölgeyi ziyarete gelen kara böcükler !

Soldan sağa; Demet, Severin, Ophelie ve Umut

Bu seferki ayrılık daha zor oldu Fransızlarla, kesinlikle ne kadar zaman sonra olursa olsun, bir yerlerde tekrar buluşacağız...

Not: Fransızlar arabaları Oscar'ı İran da bırakıyorlar maalesef, Hindistan vizesi için haber bekliyorlar, işlemlerinin tamamlanması 15-20 günü bulacak, bakalım belki Hindistan'da buluşuruz yine :)

16 Ekim 2013 Çarşamba

12-13 Ekim Garmeh ve çöl

Ophelie ve Severin ile akşamdan sözleştik, sabahtan düştük yollara, hedef Garmeh...

Bir anda iki araba olmanın sevinci, arkadaşlarla düşülen yolları hatırlattı bize :). Yeni tanıdığınız biri ile yola çıkmak zordur aslında, hem derler ya arkadaşını en iyi seyahatte tanırsın diye, uzun bir süre aynı insanlarla olmak kolay değil. Yol ve kampta daha da zor aslında. Çünkü bir restorana gitmiyorsun, herkes istediğini yiyemez, ortak hesap yapmasan da birbirinden çok farklı olmaz yediğin içtiğin, yoldaki gidiş modun birbirine uyacak, ne hızlı ne yavaş, kampta en farklı olan da hep bir karar verme hali olması. Hele bu kampta çok daha fazla, bilmediğimiz bir yoldayız, ne kadar gideceğimizle ilgili belli birşey yok ve kamp her yerde kurulabilir. Çok şanslıydık, herkes uydu birbirine :)

Hava kararmaya yakın kamp için yer aranmaya başladık, etraf çöl, rüzgardan kaçmak için sığınacak bir tepe arkası aradık ve yerleştik. Masamızı kurduk, ateşimizi yaktık, çölde akşama hazırız. İlk akşam ki yemeğimiz patlıcan soslu makarna :) 

Çölün ortasında Tosbağa ve OScar
Ertesi gün sabah oldukça oyalanarak çıkmışız ki Garmeh'e varışımız 4'ü buldu. Rehber kitabın tarifine göre Garmeh'nin nüfusu 920 + 20 keçi + 2 deve. Aynen öyle :) ve de aynen tarif edildiği gibi çölün ortasında bir vaha. Her yer dallarından hurmaların sarktığı palmiye ağaçları ile dolu.







Otel tek tabanca olmanın güveni ile uçmuş, ama sorun değil, bizim herşeyimiz var, ağaçların bitimi ile tepenin başlangıcı arasına attık kampımızı, bu akşam ki yemekte bulgur pilavı ve barbunya pilaki var. 

Bulgur pilavını Türkiye'de yemişler ve çok sevmişler, hatta alıp kendileri de yapmış ama makarna usulü haşlama yapınca olmamış tabii ! Neyse oranı tutturdum, güzel olmuştu pilavım :) Sabah dedik ki palmiye ağaçları altında olsun kahvaltımız, biraz daha yaklaştık kasabaya, kral sofrası oldu sonrasında soframız, ekinlerini toplama her giden masamıza uğradı dalından yeni kopmuş nar, hurma ikram etti ! Bu arada nar meyvesiyle barıştım, bana hep ekşi ve yemesi çok zor bir meyve gelmiştir nar, hiç de yemezdim, Ophelie'den öğrendim, bizdekiler öyle mi emin değilim ama buradaki narlar daha küçük ve kabukları daha narin, dışından yavaş yavaş ezip, suyunu çıkardık önce, ama nazik olmak lazım, pörtleme ihtimali var, sonrasında bir yerinden delip hüpletince narın keyfine vardım, favori meyvelerimden artık :)


Kahvaltı sonrası yolumuz Yazd ! Ophelie ve Severin bir gece daha kamp yapmak istedi, bakalım bir daha ki karşılaşma nerede olacak ?

15 Ekim 2013 Salı

9-11 Ekim Esfahan


Esfahan büyük şehir ve oldukça da turistik, her ne kadar aradığımız bu değil desek de, turistik olması etrafta   çok şey olmasını ve kahve bulabilmeyi beraberinde getiriyor :)

Gelir gelmez farkettik ki, bu şehir bisiklet için uygun, geniş geniş kaldırımlar yapmışlar, biz de günlerdir taşıdığımız  ama kullanamadığımız bisikletleri kullanma fırsatı yakaladık, turladık şehri...


İlk "Naghsh-e Jehan" Meydanı'nı gezinelim ve artık kahve içebileceğimiz bir yer bulalım dedik. Bizdeki ya da Avrupa'daki gibi bir kafe kültürü yok. Çok güzel parkları, meydanları var, ama ara ki bulasın şöyle açıkta bir kafe. Rehber kitabın izi ile bir "teahouse"u aramaya koyulduk, sorduğumuz biri Azerbeycan kökenli olunca, her zaman ki yardımseverlik ile yol gösterdi, kan çekiyor herhalde, pek bir mutlu oluyorlar. Sormadan bulunacak gibi değilmiş zaten, böyle ara bir sokaktan girilen, depo olarak kullanıldığı anlaşılan bir avludan geçilen, kapısında hiçbir veri olmayan çayevi !
                                            Ama içerisi şahane, böyle tepeden bir sürü şey saklanıyor !

Sonrasında gelen bir telefonla haber alıyoruz ki, bizim Tahran'daki Fransız çift de burada, yanlarında Fransız Dili ve Edebiyatı okuyan bir İranlı ile çıkageldiler :)

Akşamı, Esfahan'ın belki de tüm İran'ın, en farklı kısmında geçirdik. Ermenilerin yaşadığı bu bölge bambaşka, bir anda kendimizi bir Avrupa kentinde gibi hissettik, kafeler, şık restoranlar. Kebaptan farklı bir lezzet yiyebilme heyecanı ile daldık birtanesine. Menü süper, salatalar, pizzalar, farklı ızgara yemekleri. Ama İran'da olduğumuzu hatırlamak için çok zamana gerek kalmadı, kadehlerde su, bira bardaklarında meşrubat, tuvalet aynen hela taşı :)

Yatık şişelerde duran sirke ve zetinyağı...

Bir sonraki gün gezilecek yerler... Cami mimarisi bizden çok farklı, ortada bir avlu, çevresinde dizilen ibadet alanları, niş ve eyvanlar.  


Avlunun üstünü böyle sevimsiz bir şekilde kapatabiliyor, garipsedik biraz !


Camileri sosyal alanları gibi kullanıyorlar, uyuyanları ve piknik yapanları görmek mümkün.


Akşamında da bu sefer Kashan'da tanıştığımız Ondrej ve Michael ile birlikteydik. 

Gerçek bir kafe bulabilmenin mutluluğu :)

Not: Çek Cumhuriyeti Prag'da da bir kapımız var artık.
Diğer not: Üniformamı değiştim, yeni bir bluzum var artık !

Son gün güzel bir park içindeki sarayı ve Zerdüştlerin Ateş Tapınağını gezdik. Sonrasında ise Amir ve ailesinin evine akşam yemeğine davetliydik. Cuma yani tatil günü olduğu için sanırım tüm aile bireyleri oradaydı, toplam 16 kişi oturduk sofraya. 

Türk kahvesi ve sonrasında ki fal faslı süperdi, önce Türk kahve nasıl yapılır ? Sonra bir de bununla fal bakılır dememle teyzenin benimle ilgisi arttı, artık girdik topa, yapacak birşey yok, sallayacağız. 

Bir de telveyi sonuna kadar içme diye uyarıda bulunmakta geç kaldım, oldu mu sana lök gibi fal ! Hıııım şimdi için kararmışı nasıl demeli ? Fala bakabilmek için 4 kişi olmamız lazım. Ben bakan, Severin ingilizeden fransızcaya çeviren, Amir fransızcadan farsiye çeviren ve beni merekla gözlerle izleyen falın sahibi teyze. 



Yemek ve kahve sonrası dışarıda kurulan nargile sofrasına geçildi, ortamda içecek olarak çay olmadığını söylemekte fayda var :) Velhasıl sıradışı bir geceydi bizimkisi !

8 Ekim 2013 Salı

5-8 Ekim Kashan

Kashan'daki 3. akşamımız bugün, aslında 1 ya da 2 gün olarak planlamıştık ama ortamı sevince yaydık gitti, bugün ki dinlenme de çok iyi geldi :)


Tahranla İsfahan arasında kalan bu küçük yerleşim bir çok kişi tarafından atlanır diyor rehber kitap, bizce uğranmaya değer, belki de bizi çeken İran ve çöle özgü mimarinin burada başlamış olması.

Kapalı çarşı tipik, ilk defa gördüğümüz Fin Bahçesi çok özel değil, belki diğer şehirdekiler daha farklı olacaktır bilemiyorum. Buradan akılda kalan Khan-e Ameriha. Aslında şu an restorasyonda ve bizim içeri girmemiş olmamız gerekiyordu. En büyük geleneksel ev olarak burası yazdığından diğerlerine atlayıp burayı hedeflemiştik. Kapı açıktı, görevliye de mimar olduğumuzu anlatabilince girin kısa bir tur yapın, az fotoğraf çekin dedi.

Girdik avluyu görünce, vaooow olduk, ama aslında bu hiçbirşeymiş. Yine sevgili Azerbeycanlılar imdadımıza yetişti. Mimar kız planı gösterince anlaşıldı durum, toplam 7 avlu varmış birbirine bağlı ve bu büyük kompleks 85 odalı 5 yıldık lüks bir otele dönüşecekmiş. Projenin mimarı da bir anda yanımıza gelince ve Türk çıkınca işler iyice aydınlandı, oteli gönlümüzce gezebildik, süper bir deneyimdi, bir mimar olarak böyle bir projede yer alabilmeyi dilerim :)


Semaver, the biggest...




7 Ekim 2013 Pazartesi

Tahran sonrası Hazar ve Amol

Evet Tahran'dan çıktık, düştük yollara... Önce Caspian yani Hazar Denizi'ne, kuzeye çevirdik yönümüzü. 

Hazar'a doğru giderken dağları aştık, sıcak güneşli havayı ardımızda bırakıp düştük yağmurun içine, burası aynen bizim Karadeniz Bölgesinin tabiatına sahip. Deniz de aynen Karadeniz gibi coşkun...

Hazar kenarında...

Sahil hattı otellerle dolu, bir de havadan olsa gerek, çok tatsız geldi bize. Deniz kenarı kamp yapma hayallerimizi bir kenara bırakıp, gidebildiğimiz kadar gidelim dedik. 

Varış noktamız Amol oldu, sahilden güneye doğru 20 dk bir mesafede. Amacımız sadece uyumak ve ertesi gün sabahtan Tahran üzerinden Kashan'a devam etmek. Fakat öğreniyoruz ki burada sadece tek bir otel var, o da son derece lüks, böyle bir akşam için çok gereksiz olduğunu düşünüp alternatif bulmaya çalıştık. 

Bir ihtimal Tahran'a devam etmek ( hava karardı saat 8, 3 saatlik bir yol ve dağ yolları) pek istediğimiz bir durum değil.

Diğer ihtimal, şehrin göbeğindeki büyük parkta kamp yapmak. Farklı farklı kişilere sorduğumuzda bunun mümkün ve güvenilir olduğunu söylediler, ancak şehir içi kamp pek tercih ettiğimiz bir durum değil. 

Diğer ihtimal, gidebildiğimiz kadar yol alıp bir köyde birinin bahçesinde izinle kamp yapmak. Ama gece yola çıkış, farklı bir yol, yok bu da olmadı. 

Tüm bunları sorgularken Umut beyleri gözüne kestirmeye çalışıyor ben de bayanları, hııım bu ingilizce bilir mi acaba ? ne istediğimizi anlar mı ? şeklinde...

Ben de genç bir kadını gözüme kestirdim, ufak bir bijuteri dükkanı işletiyor. "Do you speak english ? ". "Yeeeeees" dedi , dedi de gerisi gelmiyor, meğer kursa gidiyormuş ama daha 3 ders görmüş. Yok zor anlaşacağız derken, türkçe anlaşabildiğimiz ortaya çıktı, meğer Azarbeycan kökenliymiş :)

Dedim bizim yatak, yorgan var, sadece uyuyacak bir çatıya ihtiyacımız var. Dedi ki "dükkanda yatın isterseniz ? " hııım olur olmaz derken, ben bir erime (kocama) sorayım dedim çıktım dükkandan. Biz Umut'la dışarıdayken baktım bu dışarı çıktı, bizi daha doğrusu Umut'u tartmaya çalışıyor ve telefonda dediklerinden az çok anlıyoruz ki bizim hakkımızda konuşuyor. 

Telefon sonrası durum "Beyim şimdi sizi almaya geliyor, evim büyük, hayatta bırakmam, bugün misafirimizsiniz". 

Yok mok dememiz kâr etmedi, evlerine gittik, bizi krallar gibi ağırladılar. Gece 10 kurulan kebap sonrası, meyvesi, tatlısı, çayı, kahvesi... 


Masoomeh, eşi Mohamdreza ve kızları Mahtab...

Sabah da aynen bizdeki gibi gece yiyemedikleriz yanımıza fazlası ile çıkın olarak verildi. Çok ama çok güzeldi. Burada çekinen taraf biz olmamalıyız zaten, tereddütsüz bir yabancıyı evlerine alarak onlar çok büyük bir adım attı. Ve bize unultulmayacak bir akşam yaşattılar, teşekkürler...

6 Ekim 2013 Pazar

Tehran, insanı yutan şehir !

Eh daha farklı da beklenemezdi herhalde, çok fazla insan var şehirde, trafik kesinlikle İstanbul'dan beter ! 

Rehber kitapta da yazıyor zaten, buranın olayı müzeler ve Tahran -büyük şehir- de hayatın akışını görmek. 

Birçok müze var ancak kitapta en ilgimi çeken halı müzesiydi, sonuçta İran Halısı dünyaca meşhur, maalesef müze hayal kırıklığı yarattı, duvarlarda basitçe sergilenen halılar ve sadece farsi yazılar vardı. 

Genel olarak yabancı turiste göre pek bir girişim yok, umarım daha da iyileşir, yabancıların İran ile ilgili kafalarındaki imaj değişir ve bu kültür daha çok insana ulaşır. 

Otelde aynen bizim gibi Asya turuna çıkmış Fransız bir çift var. 5 ay olmuş yola çıkalı, 1 yıllık bir seyahat planlıyorlar, işlerinden istifa edip, 21 yaşındaki Transporter ları ile düşmüşler yollara. Aynı paralelde rotamız, ancak Pakistan vizesi alamadıkları için aracı gemiye bindirip Hindistan'a uçakla geçeceklerdi, ancak sonradan belli oldu ki Hindistan için ancak 45 günlük vize alabiliyorlar, aracı ne zaman teslim alabilecekleri belli olmadığından bu süre onlar için yeterli değil. 
Bir mucize olmaz ise maalesef araçlarını bırakıp sırt çantası ile devam edecekler yollarına, umarım bir yerlerde tekrar karşılaşacağız. 

Ophelie ve Severin ile geleneksel bir İran restoranında...

not: burada "dizi" yemeğini tatma şansımız oldu, kesinlikle çok leziz, içinde kuzu eti, patates ve nohut var. Önce başka bir kapta suyunu içiyorsunuz, et suyuna çorba gibi, sonrasında havanda tüm karışımı ezerek bulamaç haline getiriyorsunuz, görüntü kötü ama tat şahane :) yemek, yemek, yemek, biz Türk kültüründe yemek önemli şey, yemekte yemek konuşan tek milletiz herhalde :)

Tahran'daki son günümüzü de, cuma yani tatil günü, Tahranlılar gibi geçirelim dedik. Darakeh bölgesi şehrin kuzeyi, Elbruz Dağlarının eteği, aslında kendi halinde bir köy iken şehir büyümüş, yaslanmış buraya. Daha çok gençlere hitap ediyor sanırım ama çocuğunu alıp piknik yapmaya gelen de çok. Bizdeki şelale kenarlarındaki restoranlar gibi oluşumlar var, fark burada onlarca restoran oluşu ve dağın yamacına kurulup tırmanılarak ulaşılıyor oluşu. Restoranların arasında oldukça dik patikalı bir yolu çıktık, eee dedik, daha ne kadar tırmanacağız, çokmuş meğer, ama neyse ki teleferiğin ulaştığı yere çıkabildik. Çıkışımız değil ama inişimiz muhteşem oldu :) Tahran manzaralı 5 dakikalık teleferik keyfi...


Deneyimlerden yararlanabilmek adına iletişim bilgilerini verdik karşılıklı Fransızlarla, birçok milletten insanla ortak bir amaçta buluşabilmek çok güzel. Avrupa'da gezerken böyle bir kaynaşma yok kesinlikle, burada herkes, farklı olmanın gereğiyle birbiriyle çok daha paylaşımcı, güzel ilişkiler kuruluyor. Şimdiden Polonya ve Fransa'da kapısını çalacağımız dostlar var. Niceleri daha olur umarım...




4 Ekim 2013 Cuma

İran'da ilk hafta

İlk gün Maku, sonrasinda 3 gün Tebriz, 1 gün Zanjan ve 2 akşam Qazvin. 

Sınıra varışımız 2'yi buldu. İşlemler bekleyiş falan derken 4'ü buldu İran'a geçişimiz. Aslında tamamen sorunsuz, araçla ilgili prosedür uzun, yoksa benim yolcu tarafından geçişim 5 dk. ancak sürmüştür. 

Tabi ki geçer geçmez benzin aldık, depoyu doldurduk, kaça 23 tl ! Parayla ilgili biraz karmaşa oldu başta, benzinlikteki görevliye 10 katı parayı verince, uyardı bizi, şimdi alıştık ama, hesabımızı biliyoruz. Çok 0 var bu paralarda ve değeri az, toparla para oluyor elinizde bir anda. Para üzerinde riyal cinsinden yazıyor ama halk tek 0'ı atıp tümen cinsinden konuşuyor. 

Şu ilk birkaç gün İran'ın üzerimizde bıraktığı etki açısından çok önemliydi. Herkes çok yardımcı, konuksever ve bizleri burada görmekten çok mutlular. Otobanda hiçbir gişede para ödemeden geçtik mesela, misafirimizsiniz dediler :). 

Az biraz anlaşabiliyoruz Türkçe, Maku ve Tebriz'de çok kolaydı hatta, İran Azerbeycanlılarının bulunduğu kuzeyde yani, sonrasında da illaki bir Tebriz'li ile karşılaşıyorsunuz. Bu açıdan şanslıyız ama gelen tipik sorular var elbet, İbrahim Tatlıses nasıl ? Emrah ve İbo hayranı çok, bir kebapçıda onlardan şarkı söylememizi bile istediler.

Tebriz çok güzel geçti, gezilecek yerleri yazmaya gerek yok herhalde, ben üzerimde iz bırakanlardan bahsedeceğim. Kapalı çarşı çok büyük ve özgün haliyle kullanımda, bizdeki gibi çok turistik değil yani, halı dükkanları, hanlar, hoşgeldiniz diyen esnaf akılda kalanlar. 


Tebriz'in güzel geçmesinin bir sebebi de insanlar oldu sanırım, kapalı çarşıya girdikten az sonra, çaycıda rastlaştık Ali, Alfonso ve Agatha ile. Bir İranlı, bir İspanyol ve bir Polonyalı. 2 günü beraber geçirdik sonrasında, tabi yanımızda yerel bir rehberle gezmek çok daha verimli ve keyifli oldu. Hiç İranlı'ya benzemediğinden, işine geldiğinde o da turist oldu bizim gibi :)


Tebriz'e 1 saat mesafedeki Kandovan, "Türkiyede'deki Kapadokya gibi" diye aktarılıyor, fark burası daha küçük bir bölge ve bu kovuklarda pvc pencereleriyle yaşayanlar var.

İran'da garibimize giden çay kültürü ve kahve bulamamak. Buralarda çay çok açık ve kahvaltıda ya da çay bahçesinde demlik içinde sallama çay gelmesi normal ! Hatta Azerbeycanlılar bergamutlu çayı tercih ediyorlar. Yalnız bir çayhaneleri var var (kahvaltı salonu gibi), çay yine benzer de bir omlet ve bal-kaymak var, offf, şahane, halen kilo alma yolunda ilerliyorum :) 



Yollarda...


Umut sevgili kamyonlarını fotoğraflarken...

Zanjan'dan akılda kalan "Rakhtschooykhaneh", bir çeşit ortak kullanıma açık çamaşırhane ve bulaşıkhane, hatta çocuğunu yıkayan bir kadın maketi de var. Burası eski gibi görünüyor, ama aslında 1920'lerde yapılmış. Yeraltında, üstü hamam gibi ışıklıklı ufak kubbelerle örtülü, 15-20 yıl öncesine kadar da kullanılmış anladığım kadarıyla, Lonely Planet'in dediğine göre, dünyada tek örnek. Süper bir sosyalleşme alanı bence, her eve makine girdi, gitti böyle güzellikler dermişim :p

Yolumuz üzeri Soltaniyeh'e uğradık, dünyanın en geniş tuğla kubbesini "Oljeitu Mausoleum" görmek için, ancak Ayasofya'nın uzun yıllar boyunca yaşadığı talihsizliğin aynısı burası için de geçerli, restorasyon için yerleştirilen demir konstrüksiyon yüzünden birşey görebilmek mümkün değil. 

Qazvin'de bizim içli pilava benzer "gimah nasar" yedik, çok güzeldi, yemeklerle ilgili tek dert, çok yiyor olmak :)

Qazvin'deki diğer günümüzü Alamut Vadisi'ni gezerek geçirdik, burası kaleleri ile ünlü, biz en ünlü ikisini gezelim dedik ama biraz hayal kırıklığı oldu, vadi kendi başına yeterli gerçi burası için, hiçbir yeşillik olmayan dağlar sırası, aralarda kalmış küçücük yeşillik alanlara sıkışmış yerleşimler, tepelerden uçsuz bucaksız dağlara bakmak güzel bir deneyimdi.



Alamut Vadisi

Not: Ben ailenin şipşak fotoğrafçısıyım şimdilik, öğreniyorum, ileride daha güzel fotoğraflar paylaşırım umarım :)