14 Ağustos 2014 Perşembe

18 Temmuz - 8 Ağustos Moğolistan'da günler

18'inde vardık sınıra, bir de bakarız ki Türk plaka tır, Mehmet ve Hasan Abi, Karabük'ten çıkmışlar Ulanbator'a minibüs götürüyorlarmış. Sınırda bekleşme yapamayacağımızdan tekrar görüşebilmek dileğiyle hızlıca ayrıldık. Nasıl heyecanlandık ama Türk plakayı görünce, onlar da aynı şekilde... "Çılgınlar sizi" deyip durdular :)

Sınır geçince biraz bekledik ama onların işlemleri farklı olduğundan bu bekleşmenin ne kadar süceğini bilemediğimizden yola devam ettik.

İlk gün Ulanbator'a varmanın hayli güç olacağı anlaşıldı yolları görünce, yol asfalt ancak oldukça bozuk ! Hava kararmadan duralım derken bir tesis gördük, ilk izlenimimizin bu olacağını düşünmezken oldukça modern, Avrupai bir tesisle karşılaştık ve marketinde yok yoktu. 


İlk gece ülkeyi pek tanımadığımızdan, çok uzaklaşmadan, tesisin karşı tarafına, 2-3 gerin (ger; göçebe Moğolların taşınabilir evi, çadır) arasına attık çadırımızı. Bize yakın olan gere yaklaştık, evin hanımı belirdi hemen, zaten ortalıkta koşuşturup duran çocuklar haberi götürmüştü :). Kendimizi tanıttık "Turist, Russia to Ulanbator", el haketleri ile de arabayı çadırımızı, içinde uyuyup sabah yola devam edeceğimizi anlattık. Anlaşılan o ki bu kısımda turist görmeye ve bu tip yaklaşımlara oldukça alışkınlar. Yarım saat sonra elinde bir kapta taze yoğurtla çıka geldi evin hanımı. Çok leziz bir yoğurttu, kıvamı aynen bizimki gibi, tek farkı tatlı olması. İlk Moğol konukseverliği ile böylece tanışmış olduk.



19'u sabahı çadırı topladık, tam yola çıkacağız bizim Türk tır geçti, ama rengi aynı değil, bizim gördüğümüz sarı idi bu kırmızı, meğer sınırda farketmemişiz, 2 tanelermiş, biz bir tırın 2 sürücüsü var zannetmiştik. Neyse, tam olarak hazır olmadığımız için yakalayamadık tırı...

Derkeeeeen, Ulanbator girişinde park halinde yakaladık ! Mehmet Abi evine yani tırına davet etti bizi, kahveler içildi, Türkiye'den gelen tuzlu tatlılar yenildi, yanımıza da eşinin yaptığı tarhana verildi. Doyamadık muhabbete, yolda tanıştıkları Moğolistan'da yaşayan bir Türk sayesinde şehir merkezinde bir Türk lokantasında devam ettik yemeye içmeye. Biz tercihimizi mercimek çorbası ve lahmacundan yana kullandık, özlemişiz... Çok candan hoş sohbet insanlardı, bir de hesabı ödetmediler bize, klasik Türk tartışması yaşandı "Olmaz abi öyle ya !" dedik ama dinletemedik tabi.


Ulanbator'da her aracıyla gezen insanın uğrak yeri olan 'Oasis Guest House'da aldık soluğu, güzel yemek, sıcak duş, çamaşır yıkama, internet, bol gezgin, bol bilgi alışverişi, bol muhabbet. 4 gece kaldık, tavsiye edilir !


Ulanbator'da pek birşey yok, gezmeye değer National Museum dışında. Onun dışında çok fazla trafik var ama öyle böyle değil, istanbul'u aratır vaziyette. İstanbul'da trafik olmayan belli saatler vardır, orada olduğumuz sürede edindiğimizi intiba burada her daim trafik olduğu. 

Onun dışında acayip bir gelir farkı göze çarpıyor, inanılmaz lüks arabalar var şehirde. Süpermarketlerde, dükkanlarda yok yok ! Belirtmekte fayda var, burada her türlü ihtiyaç bulunur, rehber kitabın da tavsiye ettiği gibi, bizim gibi ülkeye kuzeyden girenler için burada stok yapmaları önerilir. Diğer büyük şehirlerde marketler var ancak kısıtlı. 

Moğolistan'ın vazgeçilmez 2 yemeği var, buuz ve kushuur. Buuz bizim mantının büyüğü, kushuur da aynen çiğ börek. Ülkeye yaklaştıkça tanıdık tatlar artmaya devam ediyor :)


23'ü yola çıkmadan az önce öğrendik ki biz Oasis'e varmadan birkaç saat önce Nasuh Mahruki'nin de içinde olduğu yaklaşık 15 motorlu bir Türk grubu varmış, aynı saatlerde şehirde iken onları kaçırmış olduk maalesef ! 

Yola çıkar çıkmaz markette daldık ve tavsiye edildiği gibi oldukça stok yaptık. Alışveriş, para bozdurma falan derken günü oldukça yedik. Batıya doğru yaklaşık 100 km yol alıp, Lun'u geçince kamp attık (Kamp toplama videosu).

24'ü yola çıkar çıkmaz bir deve sürüsü ile karşılaştık. İran'ın çöl kısımlarında, Hindistan'ın Bikaner'inde deve göceğiz diye oldukça çaba harcamış, yavru develeri görmek için de bir tesise gitmiştik. Oysa burada yaklaşık 100 deve önümüzde serbest halde, hörgüçlerini sallaya sallaya dolanıyorlar, arkalarına da yavruları... 

Kısa bir süre sonra, Dashinchilen'i geçer geçmez, asfalttan ayrıldık, yolumuz Türk tarihinin başladığı Orhun Anıtları... Lun'dan sonra Kharhorin'e giden 2 yol var.  Orhun Anıtlarına, Türk hükümetinin yaptığı 45 km'lik harika bir yoldan, Kharhorin üzerinden ulaşılıyor. Biz Lun'dan batıya sapmakla bir anlamda hata etmişiz, güneybatıya doğru giden yolu bırakmasaymışız asfalttan devam edebilirmişiz. Ama kendi adımıza, inanılmaz güzel bir hareket yapmışız. Asfalt yol yoktu ama hep takip edilecek bir iz vardı, kötü yol denemez, sadece ortalama 20-25 km hızla gidilebilen toprak bir yol. Yavaş ilerlemek bazen çevreyi tanıyabilmek adına çok daha iyi, bizim için de esas Moğolistan'la tanışma bu yol üzerinde oldu. Sayısız ger ve birçok hayvan sürüsü ile karşılaştık. 

Orhun Anıtlarına az bir mesafe kala kamp attık, inanılmaz bir açıklık, ay yok, milyonlarca yıldız tepemizde, harika bir kamp akşamı...

25'inde bahsettiğim Kharhorin'den başlayan 45 km'lik asfalt yola aradan bağlanmış olduk. Hatta Umut asfaltı kaçırmayıp bisiklete bindi, Rusya'dan beri arabada otur otur biraz hamladık :). Müzeye yaklaşırken gördük dalgalanan Türk bayrağını...  ilkokulda Türk tarihini öğrenirken duyduğumuz, aklımıza ilk kazınan, ünlü Orhun Anıtları'nın karşısındayız işte !


Kharhorin'e devam ederken yol üstü turistik bir gerde yemek yedik, duş aldık. Turist rotaları üzerinde  'Tourist Camp' denilen birkaç gerden oluşan kamplar var. Rehber kitapta yazdığına göre bunların oldukça lüks olanlarıda var ama vaadettikleri şey nedir bilemem. Bizim uğramış olduğumuz oldukça donanımlı idi. Sıcak duş, restoran, sifonu olan tuvalet. Sifonu olan tuvalet oldukça lüks, zira genelde karşınıza çıkan tuvalet metrelerce ileride bir kulübe ve delikten ibaret. Doğa her zaman bizi kurtardı sağolsun :). Bu gerler dorm gibi yani yatak başına ücret alıyorlar, genelde 10000 tögröt (yaklaşık 6 dolar) civarında. Biz konforlu olan çadırımızı tercih ettik hep, bu tür yerlere de duş ya da yemek için kullandık. 

Kharhorin'den güneye, Khujirt kasabasına devam ettik. Tourist Camp'in oldukça iyi ingilizce konuşan işletmecisi, bize buraya yakın ünlü bir manastırdan bahsetti. Gerçi buraya doğru ilerlerken bizim amacımız Orhun Vadisi'ne gitmekti, manastır bizim için bir araç, varmak için de bir amaç oldu. Khujirt'e kadar da oldukça iyi bir asfalt devam ediyor, sonrası daha önceki gibi toprak yoldan ibaret. 

Burada bir parantez açıyorum. Ulanbator'dan basılı bir harita edindik, ancak hiçbir şekilde güvenilir değil. Yolların hiyerarşisi kesinlikle yanlış. Ulanbator'daki misafirhanede de herkes bu nedenle bilgi alışverişindeydi zaten. Ortada açık haritalar, herkes edindiği deneyimleri aktardı ama elbet herkesin rotası farklı, kendi adımıza yaşayarak öğrendik diyebilirim. Ama oradan edindiğimiz bilgiyle de Ulangoom'a ulaşan harika 200 km'lik asfalt yoldan haberdar olduk. Elimizdeki haritaya göre ilerlemiş olsak o yoldan kesinlikle haberimiz olmayacaktı. 'Open street maps' ler, bizim kullandığımız 'Maps with me' oldukça yararlı. Yolların hiyerarşisi yine doğru değil ama tüm yollar işli. Tamamen açıklığın ortasında teker izi ararken oldukça faydalı oldu, tavsiye edilir !


Orhun Vadisi'ne girdik, hava kararmadan güzel bir manzarada da kampımızı attık. Hemen dibimizde az önce bahsettiğim 'Tuorist Camp'lardan biri vardı. Pek diplerine girmemizden memnun kalmadılar ama manzara harikaydı,  "Rehberiniz nedere ?" diye sordular hemen. Bizim gibi kendi aracı ile gezen turist oldukça az, gelenler genelde şoförlü araç, rehber, kiralayarak geziyorlar. Bu rehberler de turistleri bu tip tourist camplara getiriyor. Kamp pek dolu olmadığında onlar bize, biz onlara göz yumduk biraz. Bu tesis oldukça büyüktü, lüks olanlardan olsa gerek. Gerler gezici olduğundan otel, tourist camp yapmak oldukça kolay, "hooop ben burayı beğendim" deyip attınız çadırları, bu kadar basit :)...


26'sı Orhun Nehri'ni arabamızla geçtik, çünkü yol bu şekilde, dere geçişi yapmanız lazım yani. Nehri geçince arabanın devamlı çıkan kolunu (süspansiyon modifikasyonundan dolayı sağ ön aksın boyu kısa kaldığından diferansiyelden çıkıyor) tekrar kontrol ettik ve yine çıkık olduğunu gördük, belki de dereyi geçerken değil öncesinde çıkmıştı. Yol boyu 2-3 defa yaşanan ve düzeltilen problem tekrar yaşanınca bir daha aynı sorun kafamızı yormasın diye Umut gerekli ayarlamaları yaptı (öncesinde Türkiye'de arabanın bakımını yapan ustayla konuşulmuştu) ve artık Tospağamız 4 çeker değil, 2 çeker olarak yoluna devam eder hale geldi... Topal Tospağa oldu dedik artık ama o bizim halen sevgili arabacığımız, evimiz, bizi yolda bırakmadan sağsalim eve ulaştıracak... En korktuğumuz Moğolistan'da 4 çekersiz kaldık ancak gözümüz kesti, binek arabalarla bile bu yollardan gidiyorlarsa, yolda kalmayız !

Manastırın bulunduğu alana geldik, arabayı bıraktık ve 3 kmlik dik tırmanış başladı. Güzel bir manzara umuduyla tırmanmıştık ama bizi bekleyen görüntü pek de farklı değildi. Moğollar için oldukça sık orman kaplı olan yamaç oldukça görülesi elbet ama bizler için pek farklı değil. Bizim için orman için kısa bir trekking oldu :)

Manastırdan dönüşte de vakit hayli ilerlediğinden yine Orhun Vadi'si içerisinde kampımızı attık (Kamp kurulum videosu).

27'si Kharhorine dönüş... Telefon vadi içerisinde iken çekmiyordu, şehre ulaşınca bizimkilerle haberleşelim diyorduk, telefon çekmeye başlayınca belediyelerden gelen mesajlardan anladık ki 'Ramazan Bayramı'... Biz de gün mevhumu falan kalmamış zaten, ayın kaçı, günlerden ne, ramazan ne ara başladı bitti... Saat biraz ilerlesin (arada 5 saat var) aileleri ararız dedik. Alışveriş, yemek ve duş işleri sonrası internet cafe arayışına girdik. Bulduk da ama sadece mail atabildik, konuşamadık. İlk defa bayramda ailemle konuşamadım :(... 

Tekrar düştük yollara, fazla yol alamadan yine attık kampımızı... Gere kendimizi tanıtmaya gitmiştik ki 10-12 yaşlarında ingilizce konuşabilen bir çocuk çıkageldi yanımıza. Ger, anneannesinin kardeşinin ailesine aitmiş. Belli ki şehirli bir aileden çocuk, giyimi, konuşması oldukça şehirli, ingilizcesi de oldukça iyi, bizi çay içmeye gere davet etti. İngilizce eğitim veren bir okula gidiyormuş Ulanbator'da, yazlarını da bu şekilde gerde geçiriyormuş. Ailenin diğer fertleri hemen bize ikramda bulunmaya başladı, yiyip içebileceğimizden çok daha fazlasını... Bizim ayrana benzeyen bir içecek, daha ekşi, asidik ve tatlı peynir. Ailenin ufak çocuğu ise tam bir fırlamaydı. Bizim kamp alanımıza geldi, ona fotoğraflar gösterdik, oyun oynadı, yanımızdan da gitmek istedi ama aile büyükleri çağırınca mecbur göndü gerine :(. Ne kadar farklı yaşamlar var...


28'indeki kamp alanımız ise Tariat kasabası yakınındaki Terkhin Tsagaan Gölü kenarı. burası biraz turistik bir alan ama yine de oldukça bakir. İnanılmaz güzel, gölü hafifitepeden gören bir tepeciğin üstüne attık kampımızı. Menümüzde kuzu şiş ve uzun zamandır özlemini duyduğumuz tereyağlı pirinç pilavı vardı. Hemen dibimizde kamp yapan 7-8 kişilik bir aile, biraz ileride de şaman ayini yapan bir grup vardı. Gece tam tam sesleri ile farklı bir kamp oldu...



29'unda ana yoldan ayrılıp Mörön'e daha kısa yoldan varabileceğimiz bir yön çizdik kendimize. Ana yol derken Kharhorin'den 50-60 km sonra asfalt bitmişti. Yol çalışması olan, hiç yol olmasaydı daha iyiydi diyeceğimiz yerlerden geçtik. Ana yol, yol değil zaten, Moğolistan'da her yol bilinmez bir durumda. Neyse, gün yavaş ilerleyebildiğimiz için yollarda geçti bu birkaç gün. Ama akşamlar hep bir bilinmezle, hep bir mecarayla, hep bir yenilikle geldi. 

Bu seferki kamp yerimiz Jargalan Köyü yakınlarında birkaç gerin yakını. Kendimizi tanıtalım diye yine gittik yanlarına, bir sürü çocuk. Şekerlerimizi evin hanımına verdik, çocuklar üşütüler tabi hemen :).Çadır alanımıza döndük baktık yarım saat sonra bunlar iade-i ziyarete geliyorlar, ellerinde taze bir kap yoğurt. Bu sefer ki aynen bizimki gibi :), tüketebileceğimiz kadarın aldık. El, kol, anlaşabildiğimiz kadarıyla muhabbet etme çabası... Adamın motoruna biraz benzin yardımı yaptık, aman bir mutlu oldu :). Baktık 1 saat sonra bu sefer 2 ufaklık geldi ellerinde süt ile. Onlara da nutella lı biskuvi ikram ettik. Sabah kampı toplamamızı tiyatro izler gibi izlediler, evet gördükleri ilk yabancı turist biz olabiliriz...


30 u tekrar yollar, Umut biraz rahatsız gibi, taze taze alışkın olmadığımız süt bünyeyi bozdu diye tahmin ettik, bir yudum içti ama yeterli oldu galiba :(. Akşam sıkı biryemek, bol dinlenme ile atlattı neyseki. Kamp yerimiz çam ağaçları dibinde vadi manzaralı. 

31 Temmuzda tekrar medeniyete kavuştuk, Mörön. Farklı yemek keyfi bizi mutlu etti. Kasabalarda bulunabilen üç yemek var, daha önce belirttiğim buuz ve kushuur, bir de erişteli et, üçü de oldukça lezzetli ama farklı birşey bir başka işte. Medeniyeti bulmuşken interneti de kullanabilmek adına otele yerleştik. Burada tam 6 ay önce Myanmar geçişinde beraber olduğumuz karavanlı Fransız çift ile karşılaştık. Laos sonrası Çin'i geçmişler, arabayla ilgili oldukça sorun yaşamışlar. Karşılaştığımız zaman da Fransa'dan gelecek yedek parça beklentisindeydiler. Zamanla ilgili bir sıkıntı yoksa bence araçlarda yaşanacak sorunlar hiç önemli değil, en kötü bekliyorsun işte böyle !

1 Ağustos Khövsgöl Gölü, Mörön'e 100 km mesafede. burada pek birşey bulamayacağımız biliyorduk aslında, ama yol asfalt olunca atlamayalım dedik. Tahminimiz üzere oldukça kalabalık, her yer turistlere yönelik konaklama, hediyelik eşya ve restoran dolu. Yol boyu kaldığımız bakir, güzel yerlerden sonra pek açmadı, yine de göle karşı, ağaçlar altında, ateş başı güzel bir kamptı. 

2 Ağustos, pek de oyalanmadan yola devam, Mörön'de alışveriş, yönümüz batıya. Burada bir karar verme gerekiyordu, haritada ana yol Mörön'den direkt batıya doğru gidiyor ama daha önce belirttiğim Ulangom'dan başlayan 200 km lik harika bir yoldan bahsediliyor ! Bu yolun tam olarak nereye kadar uzandığını bilmiyorduk. Yol boyu gördüğümüz yol çalışmaları da bu projenin bir parçasıydı belli ki ama asfalt nereden başlayacaktı ? Başladığı yeri yakalayabilmek adına, Tsagaannuur'dan sonra yönümüzü güneye çevirdik. Bu akşam ki kampımız yoldan çıkıp tepenin arkasına geçerek bulduğumuz yine birkaç ger yanıydı. 

3'ü yollar yollar... Yok henüz asfalt falan yok, saatte 20 km hızla ilerliyoruz... Yollar taşlı, inişli çıkışlı, dere geçişli, yol aramacalı, hangi izden gitsem acabalı... Hava akşamları oldukça soğuktu, gündüz 30 dereceler, akşam ise 1-2 derece. Neyse ki ekipmanla ilgili derdimiz yok ama akşamları pek keyif yapacak hava da yoktu yani. Biraz değişiklik olsun, biraz da sıcaktan zarar gelmez diyerek bu akşamı bir gerde geçirmeye niyetlendik. Ortalıkta 'tourist camp' göremedik, gerçi söylendiğine göre her gerin kapısını çalıp Tanrı misafiri olmak kolaymış, bunu yaptıklarını söyleyenler oldu, sabah da makul bir ücreti sunuyormuşsun. Böyle bir hareket de yapabiliriz derken Telmen Gölü kenarında tesise benzer bir ger gördük, tam da anlayamadık derken bir kız çıktı gerden, gerin yan tarafında betonarme bir yapıya götürdü bizi. Bir oda, yerde halı, birkaç parça eşya, pek sevimli gelmedi bize. Böyle bir yerde kalmanın bir esprisi yok dedik. Gere tekrar girip satın alabileceğimiz suları olup olmadığını sorduk. Sonra ailenin hanımı, kızın annesi, "İsterseniz burada, gerde kalın" gibilerinden bir hareket yaptı, eh bize de süper oldu, pek ikiletmedik. Anladığımız ailenin 4 kişi olduğu, anne, baba, kız ve küçük oğlan kardeş. Anne dedi ki "Diğerleri yanda kalır ben sizinle gerde kalırım". Gayet güzel görünüyor, hele ortada gürül gürül sobada yanarken keyfimiz oldulça yerinde. 

Sonra eve birileri girip çıkmaya başladı. Gelen herkes az önce ateşten alınan, küçük baş bir hayvanın iç organlarından oluşan karışıma dalar oldu. Bize de ikram ettiler de biraz çekindik açıkçası. Bağırsak (yöreye göre değişkenlik gösteriyor, içi kan ya da et ile dolduruluyor, öyle pişiriliyor), böbrek, ciğer, anlamadığımız bir sürü şey... Neyse sonra kalan et suyuna erişte ve parça et attılar da ondan yedik afiyetle :). Evin babası da geldi bu arada, ama halen eve girip çıkanın haddi hesabı yok. Bir ara saydık küçücük gerde 20 kişiyiz ! Tahminimiz buranın bir mola yeri olduğu. Minibüs, araba, motor, herkes burada durup bir içeri dalıyor. Bir türlü anlaşamadık ama evin babası da bir çeşit devletin adamı gibiydi, bazı gelenler bir defteri doldurdu falan... Ah bir anlaşabilsek neler neler daha anlayacağız, zenginleşecek durum ama yok işte !


Gece 10 gibi bazı akrabaları ziyarete geldi, evin hanımı 11'de onlara tekrar yemek hazırladı. Biz ise halen eve girip çıkanı tiyatro izler gibi izliyorduk. Akrabalar ve diğer yolcuların bir kısmı bize daha önce gösterdikleri evde gecelediler. Biz ilk gelen olunca geri kaptık sanırım, aileye de dedik, onlar da hep beraber bizimle kaldı. Gece anne, baba yataklarında, biz de çocuklarla karşı döşekte sıralanıp uyuduk. 

4'ü, Songino'ya vardık, bir önceki kasaba Nömrög'de 92 oktan benzin olmasığını gördük. Songino'da benzin vardır derken, hayır orada da yok, ancak 80 var. Ve bir sonraki benzin yeri 245 km sonra, benzin depomuz boş, sadece 20 lt yedek olarak taşıdığımız bidonumuz var ama o da yeterli değil, ne yapsak derken sağa sola sormaya başladık. Azıcık ingilizce bilen bir kadın birilerini arayayım dedi, kocasını aramış, 5 lt bulabilirmiş. Ama yetmez, hesap kitap yaparken allahtan adam 10 lt ile çıkageldi. Anladığımız kadarıyla benzincilerde benzin var ama oldukça az, onu da ancak tanıdıklarına veriyorlar. Velhasıl iyi imdadımıza yetiştiler. 

Köyün hemen çıkışında bir göl vardı, hava tam öğle saati, sıcak, ortalıkta yakacak odun var, tam banyo havası. Göl kenarı açık havada duş keyfi :)

Benzindi, alışverişti, banyoydu derken saati ettik oldukça, köyün dışına çıkıp yoldan görünmeyecek şekilde kamp attık. Derken o kadar yer varken tam bulunduğumuz tepenin altında (oradan kamp alanımızı göremiyorlar ama tuvalete giden Umut'u görmüşler) bir araba bozuldu ve yardım istediler. Çok kötü bir durumda kaldık. Moğolistan'da yol boyu o kadar arızalan araç vardı ki ve elimizden geldiğince yardım ettik, gerekli alet edavat olsun, lastik şişirme olsun. Deli gibi gidiyorlar, lastik olmuş delik deşik, jant kesmeye başlamış, stepne çoktan ayvayı yemiş, öylece yollardalar. Şimdi arızanın nedenini bilmiyoruz, ne olmuşsa köy oldukça yakın oraya kadar çekebiliriz ama benzinimiz o kadar kısıtlı ki her km önemli. Orada yokmuşuz gibi davrandık ama içimiz içimizi de yiyor, vicdanen rahat değiliz, ne inip yardım edebiliyoruz, ne de kendi rahatımıza bakabiliyoruz. Neyse ki 1 saat sonunda, sanırım tanıdıkları, bir motor imdatlarına yetişti, biz de derin bir oh çektik.

Bu geceki kampımızın adı 'fareli kamp' ! Zira heryer fare kaynıyordu, mümkün oldukça dikkat ettik ama çadırın altında 8 adet fare deliğini kapatmış bulunduk, özür diliyoruz !

5'inde yine yollar ancak bugün bir heyecan var, asfalt ne zaman başlayacak acaba ? Asfalt tahminimizden 30 km önce başladı. Arabayı ben kullanıyordum, Umut'ta yanda kulaklıkla müzik dinliyordu, biraz da uyuklama halindeydi. Ben yine iz seçerek hareket halindeydim, saatte en fazla 20 km hızla... Önümde iki tepecik belirdi, çukura göre, taş yoğunluğuna göre birinden birini seçiyorum normalde, solu seçtim, tepeciği aştım ve asfalttayım ! Kornaya bastım hemen, baktım Umut'ta tık yok, daha da bir bastım, gaza bastım hızlandım, bizimkinin haberi yok, tepki yok. Dayanamadım, bu anı, heyecanı paylaşmam gerekiyordu. Ulanbator'da beri haberimiz olan bu fıstık gibi yeni asfalt yolu Umut da hemen görmeliydi, dürttüm hemen. O an ki heyecanımızı keşke videoya çekebilmiş olsaydık :) 

Asfaltta gidebilmenin dayanılmaz hafifliği, her km nin tadını çıkarttık. Akşam Khyargas Gölü kenarında bir tesis gördük ve bir bakalım dedik. Baktık kapıda 5 motor, karar verildi akşam buradayız, muhabbet var ! Göl kenarında bulduk motorcuları, 2 Avustralyalı, 1 İsrailli, 1 Amerikalı ve 1 İngiliz. İngiliz olanla pek konuşma fırsatı bulamadık, hasta yatıyormuş ama diğerleriyle kaynattık tüm akşam. 2 Avusturalyalı 50-60 yaş aralığında erkek, 650 lik büyük depolu cross a yakın motorlarla geziyorlar. Motorları İngiltere'ye göndermişler, oradan gezerek Avustralya'ya dönüş. İsrailli ve Amerikalı yolda tanışıp çift olmuşlar, İsrailli erkek 1150 adventure, Amerikalı bayan f650 kullanıyordu. Bu 2 ayrı grup Özbekistan'da tanışmışlar, sonrasında da İngiliz bunlara katılmış, uzun zamandır 5 motor sürüş halindeler, güzel bir grup olmuşlar :). Akşam yemek, muhabbet harika, dolu dolu geçti, ters yönlerde gittiğimizden bilgi paylaşımları yapıldı, iletişim bilgileri verildi. Değişik anektodlar da var geceden. Pasaport kontrolünde Avustralya pasaportunu görünce insanlar hep 'Kanguru, Kanguru' diyorlarmış. Bunun üzerine İsrailli kendininkini söyledi 'Booom, booom !', Amerikalı için ise 'Obama'. Biz de düşündük bulamadık, aman genel olarak nedeni Türkiye'yi bilmiyor oluşları. Tayland-Laos sınırındaki polis memuru bizi Afrika'da zannetmişti yahu ! Arada bir İstanbul'u bilen çıkıyor bu arada :). İsrail'in sınır komşuları ile ilişkisi iyi olmadığından, karadan geçebilecekleri tek ülke Mısır'mış. Ne acayip değil mi ? Neyse ki deniz yoluyla Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs'a geçişleri mümkün olabiliyormuş. Dünyaya açılabilmeleri deni yoluyla mümkün yani ! Of ki of ! Savaş olmasa, sınırlar olmasa, biz burada geziyoruz falan tamam da surum hiç iç açıcı değil aslında !


Ertesi günümüzü bu güzel göl kenarında dinlenerek geçirdik. 

7'si artık yönümüz sınıra doğru. Ulangom'da alışveriş, yemek, internet molası sonrası yola devam ettik. Ulangom sonrası yaklaşık 30 km daha asfalt yol devam ediyor. Sondan bir önceki kampımız Moğolistan'ın bakir güzelim doğasına yaraşır bir kamp oldu. Uureg Gölü aslında kamp yapmak için yasakmış, sınıra çok yakın olduğu için. Ama şanslıymışız, bizi kontrole gelenler (bölgeyle ilgi film çekimi yapıyorlarmış, yasaklı bölge olduğu için de bir devlet adamı vardı yanlarında, yani kontrol mekanizması pek yok da, biz öyle şansa yakalandık sanırım) oldukça halden anlar çıktı, iyi de muhabbet ettik. 

8'i, Moğolistan'da son günümüz, yine yollar. Sınıra en yakın olan köyde duraladık biraz, yol kenarında çocuklar sıralanmıştı, tam elimi bizim şekerlere atıyordum ki, çocukların arabaya doğru koşturduklarını farkettik. Arsız bir koşturma bu, daha önce başımıza geldiğinden biliyoruz. Arabadan onlara birşeyler verileceğini bilen çocuklar, istedikçe istiyorlar, arabaya binmenizi zorlaştıracak hareketlerde bile bulunabiliyorlar. Aynısını maalesef Harran'da yaşamıştık. Kendimizce oradaki çocuklara birşeyler götürelim istemiştik, ama istedikçe istiyorlar, beğenmiyorlar ve daha fazlasını istiyorlar. Harran'dan oldukça asabımız bozularak ayrılmıştık. Geri kalan hediyelerimizi Doğubeyazıt'ta sınırına yakın bir köyün öğretmenine teslim etmiş, ürkek, çekingen bakışlı, uzaktan bizi izleyen çocuklara el sallamıştı. Umut da ben de aynı şeyin olacağını hissettik ve durmayalım dedik ve hemen akabinde çocuklardan biri arabaya 2 tane kocaman taş attı ! Anlamıyorum bu çocuklar istemeyi öğrenmiş olabilirler ama taş atmayı nasıl, kimden öğreniyorlar ?

Son akşamımızı sınıra çok yakın bir yerde, birkaç gerin yanında geçirdik, burası Kazak nüfusunun oldukça fazlalaştığı bir bölge olduğundan Moğolistan'da değildik sanki o akşam. Yine kendimizi tanıttık, geldik çadır alanına, bir sürü çocuk sardı çevremizi. Elimizden geldiğince ikramda bulunduk, sınıra yakın kısımlarda insanlar turiste oldukça alışkın. Bizim birşeyler vermemize kalmadan istiyorlar zaten çikolata, şeker. Buradakilerle kendi dilimizde anlaşabilme ayrıcalığını yaşadık. Rakamlar tamamen aynı :), yavaş konuşunca da az çok anlayabiliyoruz birbirimizi, git gide yurdumuza yaklaştığımızı hissediyoruz artık...






1 Ağustos 2014 Cuma

Moğolistan Sevdiklerim/Sevmediklerim

        

Sevdiklerim;

- Güler yüzlü insanları
- Doğa, bozkırın her hali
- Göller
- Dere geçişleri
- Hayvanlar; deve sürüsü, farklı farklı keçiler, kuzular, koca popolu koyunlar, saçak saçak kuyruklarıyla yaklar, adını Moğolistan Böceği koyduğumuz cırcır böceğinin büyüğü, yırtıcı kuşlar ve güzelim atlar (kişi başına düşen at sayısı 13 müş !)
- Keçi, koyun sürülerinin araba yaklaşınca nereye kaçacaklarını bilememeleri, koşturuyorlar delicesine, çok güzeller
- Meeeeeeeeee sesleri :)
- Yollar ( kimi zaman bizi yormuş olsa da yol olmaması demek bakir kalması demek, kimbilir belki yıllar sonra yollar yapılınca bambaşka bir Moğolistan olacak)
- İstenilen heryerde güvenli kamp yapabilme özgürlüğü
- Gerler yani göçebe çadırları:
Bu kadar az eşya ile de yaşanabilir diyorlar ! Küçük bir kamyonete atıp evlerini oradan oraya gidiyorlar. 
Ayrıca çok basit ve sorunsuz çalışan bir mimarisi var, minimalist diyebiliriz :p
- Ger'lerdeki misafirperverlik, ikramlar
- Bizdeki çiğ böreğin aynısı, kushuur
- Buuz, mantının büyüğü

Sevmediklerim;

- Bozuk yollar diyecektim, ama değiştiriyorum olmayan yollar
- Gündüz çok sıcak, akşam çok soğuk, bünye şaşırdı !
- Kamptan kalma çöple tüm gün arabada seyahat etmek, atacak yer yok !
- Selam almayı bilmiyorlar, böyle suratına bönbön bakıyorlar, kültür elbet !
- Ulanbator'da şahit olduğumuz inanılmaz gelir farkı. Bir yanda fakir, azla geçinen, birşeyi olmayan halk, diğer yanda inanılmaz lüks arabalar... Bu elbet tüm Dünya için geçerli !
- Telefon çekmiyor, internete ulaşım zor, sevdiklerinle haberleşememek :(